Ağır Yarınlar Taşıyor… Çocuklar, Sırtlarında…
-
Hayal kurdurmuyor bu ülke…
Vapurda, insanlar bakmıyor denize !
Çocuklar, sırt çantalarında ağır yarınlar taşıyor !
Küçük omuzları acıyor ve herkesin yüzünde bir hüzzam makamı…
-
Bavul Dergisi’nde okudum bu dizeleri…
Düşündüm…
Haklı…
Ne zaman vapura binsem İstanbul’da, denize bakan dış kısımda oturan, uzaklara dalmış gözlerle karşılaşıyorum… Karşılarında, Osmanlı ve Bizans’ın en değerli mücevheratı dururken, şehirden bu kadar uzağa düşmüş gözlerde ne var, merak ediyorum çokça…
Çocuklar mı ?
Onlar da farklı değil ki…
Sırtlarında taşıdıkları yarınlarından emin değil hiç biri…
Onlara her baktığımda,
-
Oysa sorasım var !
Gelir misin benimle ?
Büyüklerin yaraladığı bütün çocukları alıp kaçsam bu ülkeden !
-
…diyen kelimeler geliyor akla !
“Bir ömür daha lazım, vefatımızdan sonra ! Çünkü bu ömrümüzü umut etmekle geçirdik” diyen de !
Bu ülke, NİYE bu kadar hüzünlü sahi ? Hep bir gözyaşı var her sahnesinde ! “Mutluluktan ağlamak” sözü bile, gözyaşına olan açlığımızın hüzne batmış hali değil de ne ? “Sesli gülmeyeli bir ömür oldu” demişti bir tanesi ! “Televizyon kanallarında bile sürekli bir acı, bir terk ediş, bir yok oluş hikayesi var… Onlar bile bizi çözmüş ! Gülmekten çok ağlayan bir ülkede neyin yüksek reyting alacağını en çok da ! Zorlamasak mı ?” demiş bir diğeri !
Belki de sırt çantalarımızı taktığımız çocukluğumuzdayız hala !
Sırtımızdan çıkarmayı unuttuğumuz o çantalarla büyümüşüz bilmeden !
O yüzden ağır kalmış adımlarımız, bitmemiş yorgunluklarımız !
Vapurda, o yüzden bakmıyor kimse denize !
Bakan da ‘eskiler...’ diyor !
…ah eskiler !
Uğur Gökbulut’un dediği gibi;
-
Güzel olan ne çok şey kaybettik !
Sokakta oyunları, vefalı komşuları ve yaraya merhem olan o eski insanları…
-
Geçenlerde birinden bir elektronik posta aldım, hayata dair…
Dediği mi?
-
Davet edilmediğim bir düğünde oturur gibi kaldım dünyada, demiş yazar ! Ara ara bundayım ! Herkes, hayatın ritminde tutturmuş bir tempo, durmuyor ! Sabah koşuşturmacalarımız… Akşam dönüşlerimiz… Bitmeyen hesaplarımız… Dinmeyen yorgunluklarımız… Bitmeyen öfkelerimiz… Onaylı hayatlarımız… Kendi olamayan kelimelerimiz… Hep beklemede kalan düşlerimiz… Zorla üzerimize giydirilmiş kıyafetlerimiz gibi eğreti duran hayatlarımız…
Düğün, bir türlü bitmeyen o müziğin temposunda sürerken, sizi ha bire halaya kaldırmaya çalışanlardan da sordukları sorularla yaşamınızı liğme liğme edenlerden de kaçmak istiyorsunuz ama…
Olmuyor !
Ardından, kendi içimde başka bir müzik başlıyor !
Düğünde çalınanın aksine, dinlendiriyor…
Artık düğün müğün kalmıyor bende !
O yüzden belki,
…bedenen hayatların içindeyiz, ama ruhlarımız kendi müziğinin peşinde koşuyor ! Davet edilmediği bir düğünde oturur gibi kalmamak için bu dünyada, kendi düğünün notalarını arıyor ! Ta ki bestesi ve sözleri kendisine ait şarkısı tamamlanıncaya dek !
-
Kötü başladık, biliyorum ama…
Şarkımız hazırsa, sıra bizde…
Hadi…