Hatay Mahalli Haber
MENÜ
Tamer Yazar
Tamer Yazar
yazar5@hotmail.com
Paylaş Paylaş Paylaş Yazı 142 defa okundu.

6-7 Eylül çığlığında Ankara suskun herkes

-

O geceyi komşuda geçiren Vlastos Ailesi, evlerine döndüklerinde, eşyaların ya kırıldığı ya da çalındığı gerçeğiyle karşılaştılar. Ve Çengelköy’deki evlerini, uzun bir süre geri dönmemek üzere terk ettiler.

Yaşanan tüm bu dehşete dair iki şeyin altını özellikle çizmişti, Yani Vlastos.

Birincisi… Evleri taşlayan ve türlü şiddet olaylarına karışanların, çoğunlukla tanıdıkları simalar olması. Her sabah alışveriş ettikleri, selamlaştıkları kişilerdi onlar. Diğeri ise… Oyuncak dükkânı yerle bir edilmiş olan dayısının o karmaşa içinde bulduğu özel yapım sopalardı. O sopalar, belli ki bu iş için özellikle üretilmişti. Pogromun, çok önceden planlanmış olduğu oldukça açıktı!

Günümüze gelecek olursak…

6-7 Eylül pogromuna dair henüz RESMİ bir YÜZLEŞME yapılmadı. Failler cezalandırılmak bir yana, ödüllendirildi. Oysaki cezalandırılmayan, özür dilenmeyen, mağdurların zararı tazmin edilmeyen suçlar o kadar sinsidir ki, her an yeniden ortaya çıkmayı bekler. Dün, Rumca konuştuğu için darp edilen vatandaşın yerini bugün Kürtçe konuşan alır! Dün, bakkalı talan edilen Rum’un yerini Suriyeli göçmen alır.

Cezasızlık, şiddetten ve tarihin utanç defterini doldurmaktan başka hiçbir şey getirmiyor…

‘BİR DAHA ASLA’ sözü, anlamını yitirmesin artık…

Adalet, geç de olsa gelsin !!!

-

Bu kelimeler, 2017’de yaşamını yitiren Yazar Yani Vlastos’un İstos Yayınlarından çıkmış “Baba Konuşabilir Miyim?” adlı kitabından…

Dünden…

Bugüne emanet edilenden…

Yarına da kalacak olanlardan…

Ama bir türlü temizlenemeyenden…

Sahi, NİYE susuyoruz ?

NİYE konuşmuyoruz ?

Siz, susadurun, “Bir Dinozorun Anıları” adlı kitabında, Mina Urgan, 6-7 Eylül 1955’te tanık olduklarını anlatsın…

-

6 Eylül akşamı, Park Otel’in önünde gördüklerim beni dehşete düşürdü. Otelin kapısına bitişik küçük pastahane yağma ediliyordu. Gözü dönmüş zavallılar, vitrinleri kırıyorlar, yiyebildiklerini yiyip yutuyorlar, ağızlarında çiğneyemediklerini ayaklarının altında çiğniyorlardı. Pasta kremaları, vahşi bir şehvet ifade eden yüzlerine bulaşmıştı. Elli yaşında bir adamcağız, kaldırımın kenarına oturmuş, iki eliyle tuttuğu kocaman bir çikolata tabletini kemiriyor, ‘ben ömrümde ilk kez yiyorum bu mereti’ diyordu yanındakine…

Sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı başlamadan önce olan olmuştu bile: Rum evlerinin piyanoları sokağa atılmıştı; buzdolapları kamyonların arkasına bağlanıp yollarda sürüklenmişti; top top kumaşlar paramparça edilmişti; kıymetli camlar ve porselenler yerlere fırlatılmıştı. Kazancı yokuşunun başında büyük bir gıda mağazası olan Ankara Pazarı’nın konserve kutularının ve başka mallarının yokuş aşağıya yuvarlanırken çıkardıkları gürültüyü, o sırada oturduğumuz Sormagir sokağında sabaha kadar dinledim.

-

Utanç…

Hissetmemiz gereken…

En çok da SUSTUĞUMUZ için !

Bugün bile konuşmaktan korktuğumuz için !

Yaşananları YOK saymaya devam ettiğimiz için !

Ve biz, susarak, yok sayarak yaşıyoruz, ÖYLE Mİ ?

Yaşamak bu, sanıyoruz, ÖYLE Mİ ?

Susun o zaman !

En iyi yaptığınız şeyi yapın, susun !

Biraz düşünmek için, susun !