Hayatın hangi sayfasını çevirsek Yarım kalan bir heves var kursağımızda
Ne zaman derdimi diyecek olsam…
Onun dertlerini düşündüm…
Sustum…
Bir zamanlar bu haldeymişiz… “Zenginlik cepte değil yürekte olsun” dermişiz… Dostmuşuz… Dinlermişiz… Az konuşup çok düşünürmüşüz… Kelimelerimizi rüzgâra savurmak için değil, ama kalplerde biriktirmek için kullanırmışız… Ama değişmişiz… Çok değişmişiz… Kalp yerine rüzgârı seçmişiz… O yüzden de elde avuçta ne kadar kelime varsa savurmuşuz… Ve sonunda kaybolmuşuz…
Denende dursak mı ?
“Kendimize kim olduğumuzu hatırlatmak için hepimizin aynalara ihtiyacı var…” diyende… Çünkü geç kaldık gibi… Biraz kendimize… En çok da birbirimize…
Haklısınız, aynı şeyleri konuşuyoruz…
Tekrarlarımızı tekrar edip duruyoruz…
Nazan Bekiroğlu’nun molasındayım o yüzden… Ne mi diyorum ? “Siz gidin, ben çok yorgunum... Konuşacak çok şey, yürünecek çok yol var... Oysa ben çok yorgunum...” Biliyorum, siz de aynısınız… Yorgunsunuz ! İzlediklerinizden, gördüklerinizden, dinlediklerinizden, yaşadıklarınızdan…
Bizi SUSTUĞUMUZDA seven bir ülkede yaşamanın yorgunluğu mu bu ? Kelimelerini köşeye sıkıştıran bir coğrafyada ÖZGÜRCE konuşmanın maliyetinde durmanın sıkıntısı mı bu ? Yoksa daha mı fazlası ?
Sindirilen bedenlerin kaybolan ruhlarını aradığı bir memlekette nefes alıp vermenin kolay olmadığını bildiğimden soruyorum aslında… Biraz da, ağzını her açtığında tüm Anadolu’yu yutacak gibi görünen bir Ankara’ya sahip olmanın ağırlığını sizlerle paylaşmak için…
Peki, sonu ne olur bu hallerimizin ?
Bekleyişlerimizin sonu ne şekilde biter ?
Sustunuz…
Ama haklısınız…
Cevap ne olur ben de bilmiyorum…
Bilsem, kendime ha bire labirentler çizmezdim…
Sizi de o labirentler içine atıp çıkmanızı beklemezdim…
Sanırım !
Ama emin değilim…
Hayrettin Orhanoğlu’nun dediği gibiyiz…
Hüznü saklayan çocuklar gibi…
İçimizden geçer şu tenhalık…
Hangi adımı atsak boşluk…
Hangi sayfasını çevirsek…
Yarım kalan bir heves…
Haklı…
Sizi bilmem ama…
Hayatın hangi sayfasını çevirsek, yarım kalan bir heves var kursağımızda… Yarım kalan cümlelerin köşe bucak saklanan kelimeleri var… Bu sayfalara ekli kelimeleri bulmak kolay mı oldu sanıyorsunuz ? Kelimelerin gözaltına alındığı, kelimelerin tutuklandığı, cümlelerin ise ömür boyu hapisle cezalandırıldığı bir ülkede bunca kalabalığı bir araya getirmek kolay mı oldu sanıyorsunuz ?
Olmadı !
Hiç kolay olmadı !
O yüzden bugünü, Türkiye için ufak bir TARİF ile noktalayalım mı ? Ama bu tarifin malzemeleri zor bulunan cinsten… O yüzden bir araya gelmemiz gerek ! Korkmadan ayağa kalkıp, elde olmayanı bulup buluşturmamız gerek !
İşte tarifimiz…
1 ölçü UMUT… 1 kaşık CESARET… 1 tutkulu DİLEK… 1 tutam ÖZGÜRLÜK… 1 hüzünlü HATIRA… 1 paket DÜŞ… 1 ölçü İNSAN HAKLARI… 1 kaybolan BİZ… 1 unutulan ANADOLU… 1 de, kadim toprakların hikâyelerinden koca bir demet…
En çok da o lazım !
Bulur muyuz ?
Hadi başlayalım…