Bu yazı size yazıldı Kent yöneticileri ne
Geçen gün bir şey okudum… Hep üzerine yazdığım bir şey… Sessizliğin ısrarında duranlara dair bir şey… Garip, ama bana bu kenti hatırlattı… Yazıp çizdiklerimizi hemen her gün rüzgâra savururken, konuşması gerekenlerin elde avuçta kalanın sadakatinde mühürlediği kelimelerini hatırlattı…
Sonumuz, okuduğum yazının finali gibi mi olur bilmiyorum ama…
O yazı şöyle ;
*
Belki de insanlar, -şimdi kendi acı verici utancımıza bakarak söylüyorum bunu- , bu yüzden İSYAN ettiler… Canları YANDIĞI için değil, geleceği KARANLIK gördükleri için değil, BASKIYA katlanamadıkları için değil, insan olmaktan UTANMAYA, bu kadar utanmaya dayanamadıkları için… Başkaları gürültüyü GURURLA çoğaltırken, azdırırken, bu sessiz utancın zulmüne dayanamadıkları için… Utanç, bizi insan yapan şey... Her utanç değil, ama vicdanın utanması, bizi iyi insan yapan şey... Bunun çalınmasına, durmadan gasp edilmesine dayanamadılar belki…
*
Dayanamadılar…
Son sınırımız bu olmalı !
Dayanamayacağımız o an olmalı !
Akla Erich Fromm geliyor…
Fromm der ki…
DİRENME GÜCÜ, dünya ‘EVET’ sözcüğünü duymak istediğinde ‘HAYIR’ diyebilme yetisidir.
Ayağa kalkıp konuşmak da buna dair…
O yüzden başlayalım…
Siz de düşünün !
Evet…
Bir Gastronomi etkinliğini daha geride bıraktık ! Bu kentin kadim geçmişinin mutfağa yansıyan lezzetlerini de paylaştık ama ! Bunun için Antakya kent merkezinin Cumhuriyet Anıtı noktasında bir araya geldik ! Ayrıcalıklı bir kent olduğumuzun vurgusunu yaptık ! Nasıl bir DÜNYA kentinde yaşadığımızın altını çizdik ! UNESCO tarafından bize verilen ünvanı hak ettiğimizin özgüveninde sahip olduklarımızı masaya yatırdık !
Ama insan sormadan da edemiyor…
Gerçekten de farkında mıyız ? Nasıl bir kentte yaşadığımızın farkında mıyız ? Peki, bu kentin dünden bugüne biriktirdiklerinin nöbetinde kaç kere uykuda yakalandık, unutuyor muyuz ? Peki ya her unutuşumuzda biraz daha eksildiğimizi fark ediyor muyuz ?
Fark etmiyoruz !
O yüzden de, bir tarafta KUTLAMA yaparken, diğer tarafta kent merkezinden akan bir nehrin üzerinde biriken sineklerin kalabalığında alelacele yürümeye çalışıyoruz… Ardından, bu kentin ahşap ve taş evleri arasına ASFALT döküp, hiçbir şey yokmuş gibi hayata kaldığı yerden devam ediyoruz… Asi Nehri yatağında çıktığı söylenen bir Roma sütün başlığı için onca yazılıp çizilene cevap verme gereği bile duymuyor, olanı da görüldüğü yerde, sular altında bırakıveriyoruz… Yetmiyor ! Antakya’nın trafiğe kapalı bir sokağında bir alt yapı çalışması sırasında bulunan binlerce yıllık bir buluntuyu UTANDIRAN şartları içerisine terk ediyoruz… BENİM-SENİN kavgasıyla gündeme taşınan 1500 yıllık Saint Simon Manastırı’nın sprey boyalı duvarlarını ise aradan geçen yıllar içinde temizleme gereği bile hissetmiyoruz… Yollarımızın ve kaldırımlarımızın hali bu sorunlar kalabalığında sıra şansı bile bulamıyor ! Tüm bunlar ortadayken ve ÇÖZÜM beklerken, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün gayet görkemli Turizm Danışma Ofisi ile ELDEKİ BU ŞEHRE ‘hoş geldin’ diyor, gövde gösterisi yapıyoruz !
Sahi, her birimizin AYRI bir BAŞ çektiği garip bir HALAY’ın içinde tam olarak ne yapıyoruz ? Kendi kurtarılmış bölgelerimizi yaratırken, neyin kahramanlığı adına plaketleri ve övgüleri kabul ediyoruz ?
Cevap vermek isteyen var mı?
Bir zahmet bir adım öne çıksın !