Birbirini görmeden, duymadan Aynı şehirde yaşıyoruz
China Melville’in, “The City and the City” (Şehir ve Şehir) adlı romanını okuyanınız oldu mu hiç ?
Melville’in romanını ilginç kılan şey, biraz da bize dair bir şey!
Tek bir coğrafi mekan üzerinde, kültürleri, teknolojik gelişmişlik düzeyleri ve lisanları, kısacası realiteleri birbirinden farklı Besz´el and Ul Qoma adlı iki şehirden bahseder, roman… Bu iki şehir ve iki farklı realite, aynı coğrafi mekânı paylaşıyor, ama birbirine karışmıyor… Çünkü birinin sakinleri, öteki şehri görmeyerek yaşıyor…
Farklı mıyız ?
Değiliz !
Hayatları iç içe geçmiş gibi, gün içinde oradan oraya koşuştursak da, aynı şehirde yaşayan, ama farklı dünyalara ait insanlarız !
Mesela,
…Antakya’da, bir cadde boyunca gerçekleştirilen kaldırım ve yol çalışması sırasında, o bölgedeki tüm olgun ağaçlar kesiliyor ve ortaya da çırılçıplak bir yol kalıyor ama… Buna kimse tepki göstermiyor, diğer birileri olana bitene isyan ederken, AĞACIMA DOKUNMA derken !
Mesela,
…Antakya’nın trafiğe kapalı bir caddesinde gökkuşağı renklerinden oluşan şemsiyeleri belediyenin resmi kurumsal renkleri ile değiştiren yerel idareciler, onlara gelen LGBT RENKLERİ suçlamasını noktalamak için bunu yaparken sözüm ona, tepesine bakıp da yürümeye devam edenleriz, ki yapılan değişimi de BU DA GEÇER şarkısı eşliğinde mırıldananlarız, RENK DÜŞMANLIĞI üzerine konuşanlara inat, NE OLUYORUZ sorusuna cevap arayanlara en çok da !
Mesela,
…Hatay’da tüketilen içme suyuna MALİYETLER nedeniyle zam yapmak isteyenlerin, yönettikleri il futbol takımını daha az maliyetle toparlamanın politikasında duranların, toplu taşımaya YETMİYOR denilerek getirilen ek zamları savunanların, EXPO alanında düzenlenen bol sıfırlı konser etkinliklerini vatandaşa BEDAVA sunma gayretini anlamayanlar da var, eldeki ile karşılaştırıp BU NE PERHİZ BU NE LAHANA TURŞUSU diyenler de, ama söylenen BEDAVA şarkıların-türkülerin notaları arasında kendini kaybedip, günü yaşayanlar da !
Mesela,
…Kadim denen kentin restorasyon ihtiyacını oraya buraya çekiştire çekiştire yapanların şehrinde, belediyelerin BEN YAPTIM OLDU savaşını işbölümü gibi değerlendirenler de var, BİR ARPA YOLU GİDEMEDİK diyenler de !
Anlayacağınız,
…hayatları iç içe geçmiş gibi, gün içinde oradan oraya koşuştursak da, aynı şehirde yaşayan, ama farklı dünyalara ait insanlarız… Ne birbirini görüyor, ne de olana bitene tepki gösteriyoruz !
*-*
Ne dersek SUÇLUYUZ ?
Ne yaparsak SUÇ işliyoruz ?
Ankara “Dezenformasyon Yasası” dese de, ben “Sosyal Medyaya Sansür Yasası” dersem, alınmayın !
Ara ara espriyle de olsa DÜŞÜNÜN diye ekliyorum ya yazılarımın sonuna; Ciddi ciddi, hala özgürken, bence bol bol DÜŞÜNÜN ! Çünkü yakın zamanda sesli düşünürken de dikkat etmek gerekecek !
Nasıl mı ?
Devamını bir Gazeteci dostum getirsin;
-
Avrupa’da, salgında vaka ve ölüm sayıları tırmanırken, Sağlık Bakanlığı, günlük açıklanan KOVİD-19 tablolarını haftalık açıklamaya başladı… Birden, vaka ve ölüm sayıları düşüverdi ! Test sayıları da açıklanmıyor ! Acaba, Bakanlık, test sayısını azaltarak, vakalardaki artışı gizliyor olabilir mi? Hıım; “Bunu sormak, halkta panik yaratabilir… Soranın bir yıldan üç yıla kadar hapsine…
Peki, Marmaris’teki yangında hükümetin ihmali olduğunu, geçen yazdaki büyük yangından ders alınıp gereken hazırlığın yapılmadığını yazsak mesela? Daha yazmadan, Saray’ın sözcüsü, “sahadaki kahramanların moralini olumsuz etkileyenler için yapılacakları” açıkladı bile… Demek onu da sormamak gerekecek !
Acaba, Pınar Gültekin’inin katiline iyi hal indirimi yapılmasının kadın katillerini cesaretlendireceğini yazmak, kadınlar arasında paniğe yol açar mı ?
Ya da Suudi Veliaht Prensi’nin Türkiye ziyaretinin, Kaşıkçı’nın katillerine verilmiş bir ödül olduğunu söylesek, “dezenformasyon yaymak”la suçlanır mıyız ?
-
Özetle, anlamaya çalışıyoruz hala !
Ne dersek SUÇLUYUZ ?
Ne yaparsak SUÇ işliyoruz ?
Var mı bir bilen ?
Düşünün…