Vakıflar Havariler ve bir Restorasyon
Geç antik çağın en önemli Yunan hatiplerinden Libanius, "Eğer dünyayı gezip dolaşmaktaki amacınız farklı kültürleri, yaşantıları tanımaksa, Antakya'yı ziyaret etmeniz yeterlidir. Hiçbir yerde bu kadar farklı kültürü bir arada bulamazsınız" demiş.
Haksız mı ?
Bence haklı…
Biraz da o yüzden, eldeki adına ÇOK yazıp ÇOK çiziyoruz, hayal kırıklıklarımızı sıralıyoruz, yapılan yanlışları TEKRAR TEKRAR hatırlatıyoruz, ki bazen bu hatırlatmalarımızla da sıkıyoruz, ama parça parça eksilirken aslında tek tek kaybolduğumuzu fark edelim istiyoruz…
Peki, fark ediyor muyuz ?
Bugünkü de ona dair bir şey…
Bir kayboluşun hikayesine dair bir şey…
Ellerimizin arasında tuttuğumuz kayıp bir şey…
Bir şehir…
Antakya !
Gelin, rotamızı şehrin merkezinden içeriye doğru çizelim, ama adımlarımız önce bir başka konu başlığına ilerlesin, ardından ANA başlığımızın kapısını çalıp içeriye girelim, gördüklerimizi anlatalım, soralım da…
Sizi bilmem ama…
Antakya Uzun Çarşı içinde restorasyonu tamamlanan ve açılacağı günü bekleyen, 400 yıldan daha yaşlı Kurşunlu Han için ‘İl Kültür Turizm Müdürlüğü’ uhdesinde dediklerinde üzülmüştüm açıkçası, ki keşke ‘Vakıflar’ sorumluluğunda olsaydı diye de içimden geçirmiştim…
Bilmiyorum, bu bir HİS ya da sadece bir HİSSEDİŞ…
DÜN denen şeyi isteyerek omuzlayan bir kurumla, bunu YAPMASI GEREKTİĞİ için yapan bir kurum arasında FARK olduğunu bildiğimden belki… Her ikisinin bu kent adına yüklendiği misyonun niteliğinde durup, ne yapılıp ne yapılmadığını gördüğümden belki… Kökleri böylesi derine inen bir kentte DÜN adına en az konuşan ve DÜN’e en az müdahil olan bir kurumun bir gün Kurşunlu Han için GEREKTİĞİNDE ne kadar konuşup ne kadar müdahil olabileceğinden emin olmadığımdan belki…
Şimdi gelelim asıl kısma…
Evet…
Böylesine önemsediğim Vakıflar noktasında beni rahatsız eden iki KURUMSAL ‘ALGI’ var, ki ilki için çok konuştuk, çok yazdık, çok sorduk, ama ‘cevap’ alamadık… Biz de o cevap için biraz daha hızlı ilerleyelim istedik… Fark ettiniz mi bilmiyorum ama, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün web sitesine girdiğinizde, yapılan çalışmaları anlatırken şu ibare dikkatinizi çeker… “Caminin kuzeydoğu köşesinde, Hz. İsa’nın havarilerinden Yunus (Yuhanna) ve Yahya (Pavlos) ile onlara ilk inanan Habib-i Neccar’ın türbesi yer alır…” ve ekler de, “Bir Roma tapınağının yıkıntıları üzerine inşa edilerek, KİLİSE’den CAMİ’ye dönüştürülmüş ve Ortaçağ mimarisi özelliklerini taşıyan bu KUTSAL yapı…”
O kutsallık, İslamiyet için…
O kutsallık, Hristiyanlık için…
Bu kenti ayakta tutan KADİM kardeşlik için…
Tüm bunları en RESMİ ağızdan söylerken, Yunus’a YUHANNA ve Yahya’ya PAVLOS demekten HANGİ ARA sakınır hale geldik bilmiyorum ama, son düzenleme çalışmaları ertesinde YUNUS’un Yuhanna’sı ve YAHYA’nın da Pavlos’u artık yerlerinde yoktu, kaldırılmıştı… Mesajı algılayamadık ! Ne demek istendiğini de… Kurumsal tercihin neden bu yönde ilerlediğini de… Ama korktuk… Yükseltilen yeni Türkiye değerlerine BUNU DA MI KURBAN ETTİK diye korktuk…
Sahi, durum bu mu ?
Siz cevabı düşünedurun, VAKIFLAR’a son bir şey daha soralım, UNUTMADAN… Biten bir restorasyonun ardından, caddeye bakan eski yapılardan birinin duvarındaki derin çatlağın NASIL olup da oluştuğunu, buna neyin NEDEN olduğunu, bugün bunlar yaşanırsa yarın daha neler yaşanabileceğini…
Eleştirmiyorum, soruyorum !
Sorgulamıyorum, merak ediyorum !
NE oldu da BU-NLAR oldu ?
Cevap var mı ?