Ne kadar çok öldük Y.A.Ş.A.M.A.K İ.Ç.İ.N
Ne güzel demiş Onat Kutlar…
Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında
bir düşüncenin…
Unutmamak için, çünkü unutuşun
kolay ülkesindeyiz…
Ölü balıklar geçiyor kırışık
bir denizin sofrasında…
Ve ellerinde fenerleriyle
benim arkadaşlarım…
Durmadan düşünüyorum…
Ne kadar çok öldük yaşamak için….
Dünde bıraktığımız Türkiye’yi bugün yeniden yaşayanlar olarak hatırlayalım istedim, bir şeyleri unuttuk belki, eskileri karıştırıp yaşanmış acıları yeniden okuyalım istedim, özellikle de 12 Eylül 1980 darbesinde henüz 17 yaşındayken yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren'in hayatını…
Bugünün ilk sayfasını…
Erdal Eren’in annesi, babası ve kardeşlerine yazdığı son mektubu okudunuz mu hiç ?
Ölümü bekleyen bir çocuğun değil, koca bir adamın mektubundan bahsediyorum… Ona yaşatılanlara inat, ölüme karşı direnen 17 yaşındaki bir gencin mücadelesinden bahsediyorum… Bu ülkeye reva görülen darbelerin toprağa kattığı onun gibi gençlerin yitip gitmesinden bahsediyorum… Olası bir darbenin bizden alıp götürebileceklerinin hesabından bahsediyorum… O yüzden de eldeki demokrasinin suyumuz-ekmeğimiz olduğunu unutmamamız gerektiğinden bahsediyorum…
Gelelim mi o son mektuba…
Biraz okuyalım…
Erdal Eren’i…
17’yi…
“…Cezaevinde yapılan (Neler olduğunu ayrıntılı bir biçimde öğrenirsiniz sanırım) insanlık dışı zulüm altında inletildik. O kadar aşağılık, o kadar canice şeyler gördüm ki, bugünlerde yaşamak bir işkence haline geldi. İşte bu durumda, ölüm korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan bir olay, bir kurtuluş haline geldi. Böyle bir durumda insanın intihar ederek yaşamına son vermesi içten bile değildir. Ancak ben bu durumda irademi kullanarak, ne pahasına olursa olsun yaşamımı sürdürdüm. Hem de ileride bir gün öldürüleceğimi bile bile…”
Mektubun sonu mu ?
“…Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar mutlu edersiniz. Hepinize ÖZGÜR ve MUTLU yaşam dilerim…”
Ve bir başka sayfaya geçelim…
Erdal Eren’i de içine alan karanlığın sahibi Kenan Evren’i ömrünün sonuna dek lüks ve koruma içinde yaşatan bir ülkede, 80 darbesinde yaşananlara dair bir sayfaya, o dönemi yaşamış, işkencelere tanık olmuş, isimsiz bir sayfaya, ama o anı yaşamış bir sayfaya ve o sayfadan dökülen, dökülmeye devam eden rakamlara…
“…yayınlanan verilere bakılacak olursa, 650 bin kişiyi gözaltına aldılar… 650 bin kişiye en ağır işkenceleri yaptılar… Emir komuta ilişkilerine dayalı bir adalet anlayışıyla, 98.404 kişiyi askeri mahkemelerde yargıladılar… İşkence ürünü sahte delillere dayalı hükümlerle 21.764 kişiye milyonlarca yıl ceza verdiler... 7000 kişi hakkında idam istediler… 517 kişiye idam cezası verdiler… 124 kişinin idam cezası askeri Yargıtay tarafından onaylandı… 50 kişiyi idam sehpalarında astılar… 29 bin kişiyi vatandaşlıktan çıkardılar… 388 bin kişiye pasaport vermediler… 1 milyon 863 bin kişiyi fişlediler ve sadece fişlenenlerin değil, çocuklarının da geleceğini ipotek altına aldılar…”
Evet…
Tüm bunlar yüzünden BUGÜN yaşadıklarımız adına oturup düşünmemiz gerekiyor, mücadele ederken ELDEKİNDEN olmamamız gerekiyor, tehlikeyi savuşturayım derken yeni KORKULAR yaratmamamız gerekiyor, LAİKLİK ilkesini PİMİ ÇEKİLMİŞ ellerin patlamaya hazır bombalarına teslim etmememiz gerekiyor, henüz yürümeyi öğrenmiş demokrasimizi EMEKLEME safhasına gerisin geriye göndermememiz gerekiyor, 17 yaşındaki Erdal Eren’in umudu olan ÖZGÜRLÜĞÜ insanların elinden alacak uygulamalardan kaçınmamız gerekiyor, bizleri BİRBİRİNİ İHBAR eden kalabalıklar haline getirmeye çalışan bugünün kaos ortamında kurunun yanında yaşı yakmamamız gerekiyor… Terazinin kefelerine koyduklarımızı tartarken hileden, hurdadan uzak durmamız ve adaleti omuzlamamız gerekiyor…
Haklısınız…
Gereken çok şey var…
Ama kaybedebileceğimiz çok daha fazla şey…
O yüzden…
En çok da o yüzden…