Hatay Mahalli Haber
MENÜ
Tamer Yazar
Tamer Yazar
yazar5@hotmail.com
Paylaş Paylaş Paylaş Yazı 130 defa okundu.

Nasıl bir ülke Nasıl bir hayat

Bir tanesi…

“Yorgunuz” demiş…

Eklemiş de…

“Beni en çok hayat mı yordu, insanlar mı, yoksa içine sıkışıp kaldığımız bu sistemin çarklıları mı bilmiyorum ama… Gidesim var ! İşten istifa edesim, sırtıma çantayı takıp yola düşesim var ! Ardından, duruyorum ! ‘Yok’, diyorum ! ‘Vazgeçmek yok’… Dayan ! Düzeleceğiz…”

Bugün, önce ülkeye dair NASIL BİR HAYAT, ardından kendimize dair NASIL BİR HAYAT diye sorup, devam edelim… Bir diyende duralım ! Düşünelim !

O zaman, önce ülke olsun, denilen…

Bir Gazeteci dostum, devamını getirsin…

-

Futbol milli takımı Hollanda’dan 6 gol yiyince, sosyal medyada “Milli Ruh Nerede” sorgulaması başladı.

Önce bunun maço bir refleks olduğunu belirtmek lazım. Eğer milli ruh “spor başarısıyla” tartılıyorsa, aranan ruh, daha bir hafta önce kadın milli voleybol takımının başarısında bulunmuştu denilebilir. Ama mesele o da değil! Orada bile zaferin keyfinin ortaklaşa yaşanamadığını gördük. O yüzden, sanırım, ortada bir ruhsuzluk değilse bile, ruhun paylaşılamama hali var.

Ortak sevinçlerini yitirmiş bir halktan söz ediyoruz… Tabii kederde, sevinçte bir olamayan topluluklara halk denebilirse…

Son 20 yılın, kutuplaştırarak yönetme politikasının en ağır sonucu bu! Birinin kederi, diğerine sevinç vermeye başladı. Birbirinin cenazesine “oh olsun” diyenler, karşı saftakinin acı çekmesine sevinenler, aynı düğünde bile ayrı masalarda birbirine diş bileyenler çıktı ortaya… Ağır ve sistematik kamplaştırma, giderek birbirinden tamamen uzaklaşma sonucunu yarattı.

Eskiden, kentler ya da mahalleler arasında gözlediğimiz derin yarıklar, artık aynı kentin, aynı mahallelerinde, hatta komşular arasında yaşanır oldu. “Milli Ruh” denilen duygu kayboldu.

İnsan, “Acaba o ruh yeniden döner mi” diye düşünmeden edemiyor. Acaba dilim dilim bölünen bu toplum, yeniden bütünleştirilebilir mi? Aynı düşünmesek, tamamen farklı inançta olsak, bambaşka kültürel geçmişlerden gelsek de, aynı türküde duygulanmayı, aynı zaferden gururlanmayı, aynı sofrada bir arada oturmayı başarabilecek miyiz? Yoksa, hırçın bir iktidar savaşı sonucu toplumun içine düştüğü bu “ruhsuzluk”, kalıcı bir hastalık gibi nesiller boyu yaşayacak mı?

Umudu yitirmeyelim!

-

Ve hepimize dair bir liste gelsin bu defa, “BEN DE” dedirtsin…

-

Sekiz saat çalışıp geldiğimde; yemek hazır, sofra kurulu, yiyip bir kenara çekilip TV izlemek istiyorum. Sofra kaldırılmış, bulaşıklar yıkanmış, çayım demlenmiş, meyvem ve çerezim gelmiş, keyifle yiyip içip, ardından uykum geldi, gidip yatmak istiyorum.

Banyoya, tuvalete girip, her seferinde temizlenmiş görmek, ama kimin temizlediğini dert etmemek istiyorum.

Annem, babam, akrabalar, misafirler gelsin, saatlerce ikramlık hazırlansın, ikram edilsin, tonlarca çıkan bulaşığı biri yapsın, ben gırgır şamata muhabbet edeyim, misafir gidince de evi tertemiz bulmak istiyorum.

Çocukların ödevini takip edecek, yemek seçtikleri için her birine “ne yer” kaygısı çekecek, sürekli isteklerine karşılık verecek, tertemiz giydirecek, uyutacak, okul ve ders takibini yapacak, dışardan etkilenip kötü huylar edinmesini ve konuşmasını engelleyecek, abur cubur için, tablet için saatlerce ısrarlara karşılık verecek, bana dokunmayacak birini istiyorum.

Pazar alışverişim yapılsın, çöpüm atılsın, çamaşırım yıkansın, ütülenip çekmecede giymem için hazırlansın istiyorum.

Her gün ne yiyeceğim düşünülsün, alışverişe çıkılsın, ama az para harcansın istiyorum.

Biraz ses, gürültü olunca, “amannn bir huzur vermediniz” deyip, kapıyı çarpıp, düşünmeden eşi-çocuğu bırakıp arkadaşlarla kafa dağıtmak istiyorum. Her şeyi yapsın, ama dırdır etmesin istiyorum. Hep yüzü gülsün, hiçbir yeri ağrımasın, hep hizmet etsin istiyorum.

Çok şey mi istiyorum?

-

Haklısınız, ÜLKE için de HAYAT için de vazgeçmemek lazım…

İstemek lazım…

Umudu yitirmemek…