Hava soğuk Hem de çok soğuk
Elinizde eldiven var, boynunuzda atkı, sırtınızda palto, ama olmuyor… Üşüyorsunuz… Soğukta beklemekten… Sabit durmaktan… O yüzden ara ara dizinizi büküp ayaklarınızı yukarıya, kendinize doğru çekiyorsunuz, hareket edip ısınmaya çalışıyorsunuz, ama o da olmuyor… Üşüyorsunuz…
Tarkovski’nin çok sevdiğim bir sözü var…
“Geleceğimiz, bizden başka birine bağlı değil…”
O halde, insanı, kendi kaderine sorumlu yaklaştırmanın bir yolu olmalı mutlaka…
Peki, nedir o YOL ?
Gelin o YOL’a beraberce girelim bugün ve biraz konuşalım, ama konuşmaya başlamadan önce ben size bir şeyler anlatayım, gördüğüm bir şeyi, bana insanlığımız adına bir şeyler fısıldayan şeyi, fısıldarken acıtan şeyi… Ardından siz KONUŞUN, hatta SORUN, sorgulayın ya da tartışın… Benimle, kendinizle, vicdan denen o şeyle… Sonunda da siz karar verin, ne kadar üşüdüğünüze, üşürken ne kadar titrediğinize…
Olmaz mı ?
Olur…
O zaman başlayalım…
Gazete ofisimiz, Büyükşehir Belediyesi’nin Kurtuluş Caddesi’nde bulunan Sosyal Marketi’nin olduğu noktaya tam da karşıdan bakıyor. Hemen her gün değil, ama her gün, o Sosyalliğin (!) önünde bekleyen kadınları, çocukları, yaşlıları izliyorum. Konu kışlık kıyafet değil, ama EKMEK… Bir tek somun ekmek, belki 2 ya da 3… YARDIM diye dağıtılan o birkaç SICAK ekmeği eve götürme telaşında bekleyenleri izliyorum hemen her gün. Kışın soğuğunda üşüyenlerin çaresizliğini izliyorum.
Konu da o üşüme sırasında dile geldi aslında.
Annesiyle oraya gelen küçük bir kız çocuğunun üşümesi ile dile geldi…
Nasıl mı ?
Ekmeğin sırasında bekleyen kalabalık içinde annesi ile duran minik çocuk ara ara annesinin eteğini çekiştirip duruyordu o bekleyiş sırasında. Anne, sonunda dayanamadı, dizlerinin üzerine çöktü ve küçük kızın ellerindeki eldivenleri çıkardı ve kendi elleri arasına aldı, sıkıca sardı, ısıtmaya çalıştı, ardından atkısını bir kat daha sardı, yün başlığını düzeltti, eldivenleri tekrar giydirdi ve bekleyiş sürdü.
Ama üşüme BİTMEDİ…
Üşürken ki o etek çekiştirmeleri de…
Titreyen bedenlerin sıcak ekmek hikâyesi de…
Biraz uzaklaşalım mı buradan ?
Başka bir örneğe yaklaşalım…
Kalbe dokunsun ama…
Ve vicdana…
Hiç okudunuz mu bilmiyorum ama, Rus Yazar Pyotr Kropotkin’in doğadaki YARDIMLAŞMAYI gözlemleyen bir örneği var… Şöyle anlatır o yardımlaşmayı Kropotkin…
“Aynı yuvaya ya da aynı yuvalar kolonisine ait iki karınca birbirlerine yaklaşır, antenleriyle birkaç saniye birbirlerine selam verirler ve eğer bir tanesi aç ya da susuz ise ve özellikle diğerinin kursağı doluysa, hemen yiyecek ister. Kendisinden böyle bir ricada bulunulan birey bunu asla reddetmez; alt çenesini ayırır, uygun bir konum alır ve aç karıncanın yemesi için bir damla şeffaf sıvıyı midesinden ağzına getirir…”
Bunu okuyunca, Kropotkin’in bir başka tespiti aklıma geldi… Şöyle der, Kropotkin ; ‘kendi hayatlarında sıkıştırılmış, bencilleştirilmiş, tek başına çalışan, tek başına yemek yiyen, tek başına sevinen ve tek kişilik bağımsız hayatlarında gün geçtikçe yalnızlaşıp tutsaklaşan insanlar haline geldik…’
Yanlış mıyım ?
Abarttım mı ?
Yanlışsam ve abarttıysam eğer, NİYE hep aynı şeylerin yanlışlığındayız? Yardımlaşırken bile MAĞDURİYET yaratmayı nasıl olup da başarabiliyoruz? İyiliğin sihrinde mutlu yüzler yaratmaksa hesabımız, bu kadar açığın muhasebesi içinde hala nasıl rahatça nefes alabiliyoruz?
Sorular sizin…
O üşüyen eller de…
Şimdi karar verin…
O eller için NE YAPALIM ?