Gözlerimiz değil Kalbimiz kör olması
Sabahları kahve içiyorum…
Açık havada, kendi köşemde…
Hayatı izliyorum, telaş içindeki…
Koşturanları izliyorum, hep yorgun…
Herkesin bir hikâyesi var illa ki…
Anlatılamayan…
Anlaşılamayan…
Ertelenen…
Susan…
Susturulan…
Ve sonunda da vazgeçen…
Haklısınız…
En büyük yorgunluğumuz da ‘anlaşılamamak’ değil mi sanki !
Bugün, birbirini anlayan iki kişide duralım, ortak bir hikâyede, vazgeçmeyende…
Biraz gülümsemek için, ama çokça da düşünmek…
Ve işte o kelimeler >
-
Kadın, her sabah olduğu gibi, o gün de beyaz değneği ve el yordamıyla otobüse binmişti.
Şoför, “Soldan üçüncü sıra boş hanımefendi” dedi.
Kadın, 32 yaşında, güzel bir bayandı ve eşi oldukça yakışıklı bir hava subayı idi. Bundan birkaç ay önce yanlış bir teşhis sonucu gerçekleştirilen bir ameliyatla gözlerini kaybetmişti, genç kadın ve bir daha asla göremeyecekti. Kocası, ameliyattan sonra acı gerçeği öğrenince yıkılmış ve kendi kendine bir söz vermişti. Karısını asla yalnız bırakmayacak, ona sonuna kadar destek olacak, kendi ayakları üzerinde durana kadar cesaret verecekti.
Günler geçiyordu. Kadın, her geçen gün kendini daha kötü hissediyor, çok sevdiği kocasına yük olduğunu düşünüyordu. Eşinin bu içine kapanık, karamsar hali ise kocayı çok üzüyordu. Bir an önce bir şeyler yapması gerekiyordu. Karısı, günden güne, kendi içine kapanık dünyasında kayboluyordu. Bütün gün düşündü, koca, ‘nasıl yardım edebilirim, güzeller güzeli eşime’ diye. Birden, aklına eşinin eski işi geldi. Geri dönmesini isteyecekti. Ama bunu ona nasıl söyleyecekti. Çünkü artık çok kırılgan ve neşesizdi. Bütün cesaretini toplayarak, akşam karsına konuyu açtı.
Karısı, dehşetle gözlerini açtı, “Ben bunu nasıl yaparım, körüm” diye bağırdı.
Kocası, ona destek olacağını, her sabah işe onu kendisinin bırakacağını ve akşam alacağını, ona çok güvendiğini söyledi. Çünkü eşini tanıyordu ve bunu başarabileceğini biliyordu. Kadın, büyük bir umutsuzlukla kabul etti. Çünkü eşini çok seviyordu ve onu kırmak istemiyordu.
Her sabah eşini işine bırakıyor ve akşamları alıyordu, fedakar koca. Günler böyle ilerledi. Karısı, eskisinden biraz daha iyiydi. Fakat kocası daha fazlasını istiyordu. Kendisine söz vermişti, sonuna kadar gidecekti.
Akşam, karısına, “Artık işe kendin gidip gelmelisin” dedi. Kadın şaşırmıştı. Bunu asla yapamayacağını söyledi. Kocası ısrar edince, onu yine kıramadı ve bütün cesaretini topladı. Bunu kendisi de istiyordu, ama o kadar güveni yoktu.
Sabahları, kadın, artık otobüs durağına kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek işine gidebiliyordu. Günler günleri kovaladı, hiçbir problem yoktu. Her şey, istenendi.
Yine bir gün otobüse binerken, şoför:
- “Sizi kıskanıyorum, hanımefendi” dedi.
Kadın, kendisine söylenip söylenmediğini anlayamadan, “Neden” diye sordu.
Şoför, “Çünkü her sabah sizin arkanızdan bir hava subayı genç adam otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakıyor, otobüsten indikten sonra, yeşil ışıkta yolun karşısına geçmenizi bekliyor, siz binaya girdikten sonra da arkanızdan öpücük yollayıp, size her gün sevgiyle el sallıyor” dedi.
-
Evet, sabah kahvemden bir yudum daha aldım bugün ama…
Cengiz Aytmatov’u da unutmadım…
Demiş ya…
Hayat birlikte güzeldir...
Sevgi neydi?
Sevgi, sahip çıkan dost, sıcak insan eli,
insan emeğiydi…
Sevgi iyilikti, sevgi emekti...