Dilsiz acılarımız var KONUŞAMAYAN
Bir Kitap var…
Adı,
İki Tutam Saç – Dersim’in Kayıp Kızları…
Okudunuz mu ?
Okuyun…
Kelime kelime okuyun, cümle cümle, ama her bir paragraf sonrasında da durun ve düşünün, hatta ayağa kalkın ve etrafınıza şöyle bir bakın, daha iyi görmek için kapatın gözlerinizi, yüreğinize sinen acıları hissedin, damla damla eksilen hatıraları avuçlarınızda biriktirin, kendi karanlığında kaybolan çığlıkları duyun, gözyaşını silin, siyah beyaz fotoğrafların hatırlanamayan hikâyelerinde kendilerini arayıp da bulamayanların çaresizliğini dinleyin…
Ağır mı geldi…
Gelir…
Ağır gelir…
Seneca ne güzel demiş…
“Hafif acılar konuşabilir ama, derin acılar dilsizdir…”
Dersim o yüzden dilsiz belki…
Devlet o yüzden, sessiz…
Garip olan NE, biliyor musunuz ?
Mavi Marmara için İsrail’in Türkiye’den özür dileyişini KAHRAMANLIK TÜRKÜLERİ eşliğinde verirken, hatta acının üzerine eklenen bu geri adımı bir ZAFER gibi sunarken, beklettiğimiz BİZE DAİR özürleri hatırlamıyoruz bile…
Haklısınız…
U.N.U.T.T.U.K…
Eldeki aynayı bir kenarda unuttuk…
Ona bakmayı UNUTTUK…
Tozunu alsak mı ?
Kendimizi görünür kılsak…
Gözlerimizle baş başa kalsak…
Hatta…
Nezahat ve Kazım Gündoğan’ın yıllarca uğraşarak, sebatla, Dersim’in kayıp kızlarının izini sürüp de ortaya çıkardıklarına şahitlik edip DÜŞÜNSEK, ailelerinden ve köklerinden koparılmış insanların ÇİLE dolu hikâyelerinden parçaları bir araya getirsek, GÖRSEK, Annelerin çocuklarından, hatta bazen kendilerinden BİLE sakladıkları SIRLARIN hikâyelerini…
Bir tanesini okuyalım mı ?
“Kız kardeşim 2-3 yaşlarındaydı. Adı Xece (Hacer). Bizi Ovacık’ta toplamış, kafileler halinde Hozat üzerinden Elazığ’a götürüyorlardı. Yüzlerce, belki binlerce insan... Yara bere içinde, aç susuz, perişan… Ben, 13 yaşlarındaydım. Her şeyi bugün gibi hatırlıyorum. Subaylar, güzel kız çocukları almak istiyorlardı. Kız kardeşim çok güzeldi. Bir subay, kız kardeşimi annemden zorla almak istedi. Annem vermedi. Pertek köprüsüne geldiğimizde orada mola verildi. Aynı subay tekrar geldi ve annemden zorla aldı. Ağladı. Ne yaptıysa aldı. ‘Evlatlık alacağım. Ona bakacağım’ dedi subay. Sadece kız kardeşim alınmadı tabii. Çok kız çocuğu alındı. Aynı zamanda amcamın kızı da alınıp götürüldü. Amcamın kızının adı Tege idi.”
Ve bir tane daha…
"1938 Dersim katliamı sırasında annem, babam, bütün ailem, Tüllük Köyü'nde bir arazide yüzlerce kişi ile birlikte kurşuna dizildi. O sırada ben de annemin yanındaydım. Herkes öldü, ben sağ kurtuldum. Ağabeyim vardı, o da yaralı kurtuldu. Ağabeyim ile birlikte saatlerce yürüdük, evimize doğru gittik. Ağabeyim orada öldü, ben ortada kaldım. Köye gelen bir subay beni evlatlık alarak Tunceli merkeze getirdi. Bir süre burada kaldık. Askeri harekât bitince beni İstanbul'a götürdüler, orada farklı bir yaşam devam etti ve evlenerek oraya yerleştim. Bu yaşıma gelinceye kadar hep ailemi, kökenimi aradım. Ama belgeseli çeken Nezahat Gündoğan ile irtibat kurarak 2 sene önce Tunceli'ye kızım Serpil ile birlikte gelerek, 76 yıl sonra doğduğum toprakları gördüm, yaşadığım heyecanın, acının tarifi yok."
9 masumun ölümü ile başlayan Mavi Marmara sürecine eklenen ÖZÜR için İsrail’e karşı adeta ZAFER ilan eden Ankara, beklettiği kendi ÖZÜRLERİ için de oturup düşünse ya, RESMİ unutuşlarımızın belki de en acılarından biri olan Dersim için ÖZÜR DİLİYORUM dese ve sıra diğerlerine de gelse ya…
Olmaz mı ?