Çarşı pazar filesi boşmuş Yoksulluksa çok zormuş
‘Yoksulluk nedir’ dedi bir tanesi…
Bir diğeri başladı anlatmaya…
Ama önce derinden bir ‘of’ çekti !
-
Yoksulluk ! Hayatı izlemektir… İzlerken, kaçırmaktır… Eldekinin idaresinde, açlığı idare edebilmektir… Tek tencerenin kaynadığı ocağın tüpünü ay sonuna kadar yettirebilmektir… Çocuklar her bir şey istediğinde, ‘alırız’ diye geçiştirmektir… Ama o geçiştirmeyi de kırmadan, dökmeden yapmaktır… Öğle arasını, evinden getirdiğin ekmek arası bir şeylerle tamamlamaktır… Daha fazlasını isteyen midene, ‘doydun’ diyerek söz geçirmektir… Yoksulluk, yokluktur, ki işte tam da bunu bilmektir… Ayağını uzatabileceğin yorganın yokluğunda, birkaç odun ve biraz tahta, şanslıysan da biraz kömürle, sabaha kadar ısınabildiğini hayal etmektir. Yoksulluk, ekmektir… Hatta çok ekmek, ama az yemektir… Az yemekle doymanın sırrı ekmektir, ki bunu da iyi bilmektir… Memleketten gelen erzaktır en çok da… Anadan, babadan gelenlere bakıp, ‘iyi ki varlar’ demektir… Yoksulluk dediğin, yamadır… Bazen ayağındaki ayakkabının tabanına, bazen çorabına, çokça da cebin her daim delik haline…
-
Bu kadar mı, dedi diğeri…
‘Değil’ dedi, konuşan ve devam etti…
Ama bir ‘of’ daha çekti, yine çooook derinden…
-
Elinden tuttuğun çocuğun, bir şeyi işaret edip istediğinde, elinle cebini yoklamaktır… Yokladığın yerdeki o kocaman hiçliğin içinde kaybolmaktır… Parmak uçlarına çarpan bozuk paraların kuruş kalabalığında, gözlerini, senden bir şeyler isteyen çocuğunun gözlerinden kaçırmaktır… Ona, ‘olmaz’ diyemezken, hayat lügatına ‘başka başka olmaz’ deyişleri, ama onu kırmadan katmaktır…
-
Bu sohbeti izlerken, son okuduğum geldi aklıma…
Yoksulluğun edebiyatında değil, gerçeğinde duran geldi…
Onun hikâyesinde durdum biraz da…
Siz de durun istiyorum…
Okuyalım mı ?
Hadi…
-
İlkokula gidiyordum.
Çocukluğumun yoksulluk günleriydi.
Babamın işsiz olduğu tarihlere denk gelir.
O gün okuldan çıkmıştım, babamla bir lokantaya girmiştik. Tezgâhta, daha önce soframıza hiç teşrif etmemiş bir yemek görmüştüm. Köfteler, sulu patatesin içindeydi. Hiç unutmam, yemeğin adı İzmir köftesiydi. Görünüşüyle çok hoşuma gitmişti. Babam, ne yemek istediğimi sorduğunda, ona o yemeği göstermiştim. Serde yoksulluk olduğu için, önce fiyatını sordu babam, mecburen... İyi hatırlıyorum, o günün şartlarına göre, tezgahta en pahalı yemek oydu. Babam, önce bana baktı, sonra yemeğe! “Şu fiyata olmaz mı? Çocuğun canı çekmiş” dedi babam. Tezgâhın arkasındaki adam, gayet umursamaz bir ses tonuyla, “olmaz” dedi.
O gün,
Babamın yüzünde gördüğüm o çaresizlikten sonra,
Çocukluğum boyunca,
Bir daha babamın yanında hiç acıkmadım…
-
31 Mart seçimleri yaklaşırken, ‘bize oy verin, cenneti garanti edin’ diyenlerin durumu, BUNA DAİR olmalı ! Eldeki dünyanın zorluğunda beklentisini sıfırlamışlara CENNET vadetmek, BUNA DAİR olmalı ! ‘Beklentim yokmuş gibi davranıp, içime dünyalar kadar umudu sığdırmaktan yoruldum’ diyenlerin ülkesinde, eldeki bu çaresizliği sermaye yapmaya çalışanlar, BUNA DAİR olmalı !
Peki, bizler NEYE dairiz ?
Yoksulluğumuz NEYE dair ?
Bildik mi, ama en çok da o YOKSULLUĞUN idaresinde duranları ?
Biz YOKSULLARI değil, ama YOKSULLUĞUMUZU kontrol altında tutanları ?