Sınırların kadar özgürsün
Öldürülen kadınlar…
Şiddetin gölgesinde sinenler…
AŞK denene sırtını dönüp gidenler…
BİR DAHA ASLA diye de ekleyenler…
Onlar da haklı olmasına haklı da… Hayatın yorgunluğu içinde aşkın gerçekliğinden kopmayanlar da var ve o gerçekliğe dair bir şeyler söyleyenler de…
Tam da bunu yazarken, “Şiddetin ülkesinde aşk kaldı mı?” diye soran birinden geçenlerde bir mesaj aldım… Yaşadığı evliliğin şiddetinde YETER diyen kadınlardan biri o…
Söyledikleri mi ?
-
Sevip sevmediğimizi sormuyorlar ! ‘Hazır mısın?’ diye de… Onlar seçiyor, onlar beğeniyor, sana EVET demek düşüyor sadece… Bizlerden aile kurmamızı bekleyen anne babamız, birbirini tanımayan iki insandan, birbiri adına mucize bekliyor… Mucize ! Gözlerimin içine bakan, ama sadece bakan o bir çift gözün içinde biraz sevgi aradım, yıllar boyu… Tam 7 sene ! Ve o 7 senelik arayış, bitti ! İlk yıllar, çocuk olmadı diye belki de… Sonra dedi ki herkes, ‘çocuk olursa, düzelirsiniz…’ Olmadı… 2 sene tedavi sürdü, ardından hamile olduğumu öğrendim… Çocukla beraber ilk birkaç ay iyiydi ama… Çocuk da yetmedi bize ! Başlarken nasıl iki yabancıydık birbirimize, 7 sene sonunda da değişmedik ! Değişemedik ! Herkes şunu soruyor bazen… ‘Şiddet oldu mu?’ Olmadı, demiyorum ! Çünkü şiddet deneni bedensel bir şey sanıyoruz hepimiz, ama değil ! Ben, 7 sene süren sevgisizliğin en büyük şiddet olduğunu düşünüyorum… O 7 senelik sevgisizliğin içinde dünyaya gelen çocuğa yapılan haksızlığı da, bu şiddetin en büyük kurbanı olarak görüyorum… Ben gibi milyonlarca kadının, sevgisiz bir aile (!) ortamına itildiği ülkemde, şiddetin en alasını yaşadığımızı düşünüyorum. Belki de HAYIR diyemediğimiz için en çok da…”
Ve bu mesajın sonuna eklenen bir kısa hikaye…
-
Aşık insanlar, mum alevinin karşısındaki üç kelebek gibidir… İlk kelebek, alevin karşısına geçmiş, bir müddet seyretmiş… Sonra demiş ki, “Ben, aşkı gördüm… Ne olduğunu biliyorum.” İkinci kelebek, kanatlarıyla ateşe azcık dokunmuş ve sonra demiş ki, “Ben, aşk ateşini tattım, nasıl yaktığını biliyorum…” Üçüncü kelebek, ateşin karşısına geçmiş, bir müddet seyretmiş, sonra kendini atmış ateşin içine…
Yanmış… Bitmiş… Kül olmuş…
İşte, hakiki aşkın ne olduğunu sadece o kelebek bilir !
-
Biriken kadın hikâyeleri içinde SEVGİ arayan milyonlarcası içinden biri o…
Bir gün bulur mu bilinmez ama…
‘HAYIR’ diyebilmek önemli, dediği gibi…
…Hayır Diyebilme Sanatı ‘Sınırların Kadar Özgürsün’ adlı kitabı okurken, buna dair özeti geldi aklıma…
Der ki orada…
-
Gerçekten “özgür” müsünüz ? Dilediğiniz zaman dilediğiniz yemeği yiyebiliyor olmak mıdır sizce özgürlük ?
Toplumsal hiçbir baskı hissetmeden, içinizden geldiği gibi giyinebiliyor olmak mı yoksa ? Canınızın istediği saatte uyuyup, canınızın istediği saatte uyanarak, yine canınızın istediği saatlerde istediğiniz kadar çalışarak, ihtiyacınız olan parayı kazanabilmeniz mi ? Bir hafta sonu, tatilinde cep telefonunuzu kapattığınızda mı özgür hissediyorsunuz sadece kendinizi ? Hayatınızla ilgili her kararınızı sadece kendinizi düşünerek mi alıyorsunuz ?
Kaderinizin ipleri tamamen sizin elinizde mi ? Başkalarının sizden yararlandığını düşündüğünüz oluyor mu ?
Kaybetmekten korktuğunuz insanlar yok mu ? Değişmeye ne kadar açıksınız ? En azından yumurtayı nasıl yemekten hoşlandığınızı düşünün... İlle de rafadan mı? Yoksa “Bugünlük de böyle olsun, ne fark eder ki?” dediğiniz olur mu ? Önemsiz gibi görünen bu küçücük ayrıntıların mücadelesi içinde silinip gider sizi siz yapan sınırlarınız... Çünkü “özgürlük”, sandığınız gibi “sınırsız” olmak demek değildir, tam tersine, net ve güçlü sınırlara sahip olabilmenizle ilgilidir... Diğer bir deyişle, HAYIR diyebildiğiniz ölçüde özgürlük alanınıza sahip çıkarsınız…
-
Düşünün…