Meydanların Yalanları mı Hayatlarımızın Gerçekleri mi
Hayatı yorgun yaşayan bizlerin bir günden diğerine ekledikleri, kartopu misali ilerliyor… Haksız mıyım ? Bizler azaldıkça, eklenenler artıyor… Belki de bizlerden eksilttikleriyle artıyor… Yorgunluğumuz biraz da bundan mı ? Yaşamın hesap kitap defterleri arasındaki kaybolmuşluğumuz mu ? Tutmuyor değil mi rakamlar ? Hep eksideyiz ! Yakalarsa birleşmiyor ! O iki yaka hiç birleşmiyor !
Oysa ki bizlere siyaset meydanlarında anlatılanlar böyle mi ? O meydanlarda yükseltilen sloganlarla resmi çizilen ülke böyle mi ? Değil ! Böyle değil ! Öyle bir ülke ki, anlatılanlarla karnınız doyuyor ! Özgürlüğünüzün kanatları gerildikçe geriliyor ! Her şeyin bol, her şeyin ucuz, her şeyin devlet eliyle vatandaşa sınırsız sunulduğu bir ülke hayaliyle öyle bir doluyorsunuz ki, o meydanların dışında terk ettiğiniz açlığınızı da, korkularınızı da, tek bir tencereyi dahi kaynatmakta zorlanan hallerinizi de, hayatlarınızdan alacaklı olan kalabalıkları da
unutuveriyorsunuz !
Ve meydanların YALANLARI, hayatınızın GERÇEKLERİNİ yeniveriyor !
Oysa anlatılan o yalanlar değiliz, biz…
Ama Ümit Yaşar Oğuzcan’ın dediği gibiyiz…
Okuyalım mı ?
Ben acılar denizinde boğulmuşum
İşitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını
Dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni
Duyarım yosunların benim için ağladıklarını
Ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime
Gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını
Bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle
Bütün gemiler söndürmüş ışıklarını
Ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma
Sularım tuzlu, sularım zehir zemberek
Baksana; herkes içime dökmüş artıklarını
Bu karanlık BİTSE artık, bir ay doğsa
Bir deli rüzgar çıksa; alıp götürse
Yılların içimde bıraktıklarını…
BİTSE, ama bitmiyor…
Diğer taraftan mı ?
Haklısınız !
16 Nisan’a doğru adeta SÜRÜKLENEREK itilen bizlerin BİTECEK diyen meydan hikâyeleri aynen buna benziyor… Anayasa referandumu için ülkenin dört bir yanını işgal eden billboardlara asılan özgürlük masalları da… Siyasetin, ruhunuzu ve bedeninizi tutsak eden, açlığınızı, korkularınızı, tek bir tencereyi dahi kaynatmakta zorlanan hallerinizi, hatta hayatlarınızdan alacaklı tüm o kalabalıkları unutmanıza sebep olan yalanları da…
‘EVET’, de…
‘BİTSİN’, diyor…
Hatta son dizeleri de şöyle değiştiriyor… !
Bu karanlık BİTECEK artık, bir ay doğacak !
Bir deli rüzgar çıkacak; alıp götürecek !
Yılların içimde bıraktıklarını… !
Ben mi ?
‘HAYIR’ diyorum…
Çünkü bitmeyeceğini biliyorum…
Gelin, Tiyatro Sanatçısı Orhan Aydın’ın 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’ne dair dünden bugüne sarkan sözleri ile final yapalım… Söylemek istediklerimizin hemen hepsine TOPTAN bir özet geçsin, Sevgili Orhan Aydın ve NOKTA’yı koysun…
“Bu çağın cehaleti; ağacı, kuşu, suyu ve her tür canlıyı boğarak öldürüp, bunu insanlık için yaptığını fısıldıyor. Üstümüz başımız, çürümüş bağnazlığın kustuğu nefretle dolu. Biliyorum, hiçbirimiz umutsuz değiliz. Sahnelerimizi talan etseler, oyunlarımızı yasaklasalar da, insanlık tarihinin ilk ve en saygın yaratıcıları olarak vardık, var olacağız. Umudu, eşitsizliği, adaletsizliği, aşkı ve sevinci sahnelerimizde aydınlattıkça; dans edip, şiir bağırıp, şarkı söyleyip, oyunlar oynayıp, yaşatılanlara itiraz edeceğiz.
Acılarımızı sınayanlar kaybedenler olacaktır.
Yaşasın Tiyatro, Yaşasın Hayat…”