Hayatın efendileri miyiz Efendilerin köleleri mi
Yaşar Kemal ne güzel demiş…
“İnsan, evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar…”
O yüreğe dair kaldı mı bir şeyler ?
Kalmalı…
Kalmış olmalı…
Aksi halde hayat da olmamalı…
Ama olsa da fark eder mi bugün… ?
"Kalp düşünebilseydi, atmaktan vazgeçerdi…" diyen Fernando Pessoa haksız değil o zaman… Peki, gerçekten de o kadar kötü durumda mıyız ? Birbirimize baktığımızda gördüklerimiz bu kadar mı moral bozucu ? Yok mu iyi bir şeyler ? Günün sabahında ektiğimiz umudun gece bitiminde başlayan hasadından çıkan bir şeyler yok mu ? Nadas mı her yer, her şey, herkes… ? Ekip biçmekten bu kadar mı kolay vazgeçtik ? Yaşam tarlalarımızın suyunu gübresini bu yüzden mi kestik ?
Bitti mi ?
Bu kadar mı ?
Bu kadarmış…
Aslında hataymış…
Sevgi şeklimiz hataymış…
Unutmuşuz…
Victor Hugo’nun dediğini…
Hani, “Sadece bedenleri, şekilleri, görüntüleri sevenlere ne yazık… Ölüm her şeyi yok edecek. Ruhları sevmeyi deneyin…” deyişini… Sahi o kadar geç mi kalmışız ? Zararın neresinden dönsek kar diyecek noktayı çok mu geçmişiz ?
Galiba…
Aslında, madde dünyanın efendilerine kölelikte sınır tanımazken, çok geçmişiz… Kendimizden de, sahip olduklarımızdan da, irademizden de, özgürlüğümüzden de, adamlığımızdan da, bedenlerimizden de…
Elde kalan mı ?
Bakın bakalım, bir BİZ çıkar mı o kalandan ?
Belki bir BEN çıkar, biraz SEN ve biraz o !
Ama BİZ için kalmamış gibi eldekinden…
Oysa ki kolay mı vazgeçmek ?
Hayattan, hayata dair her şeyden… !
Olmamalı…
Kolay olmamalı…
Hiç kolay olmamalı…
Niye mi ?
Bu soru ne zaman gelse, Fyodor Mihailoviç Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sı geliyor aklıma… Bir mahkum geliyor… Bir ölüm… Bir okyanus… Ve bir yalnızlık… Ardından da kısa, çok kısa bir hikaye…
-Bir idam mahkumuna ölümünden bir dakika önce sormuşlar… “Eğer yüksek bir yerde, bir kayanın üzerinde, iki ayağının sığacağı kadar bir yer verseler ve deseler ki… Çevrede okyanuslar, altında uçurumlar, korkunç bir yalnızlık içinde, böylece dikilip yaşamaya razı mısın ?”
-İdam mahkumu…”Evet razıyım! Yeter ki yaşayayım. Ömür boyunca, binlerce yıl ayakta dursam bile, razıyım!”
İşte hayat böyle bir şey…
Yaşamak, hem de dibine kadar…
Dibinde tek bir damla kalana kadar…
O yüzden netim…
Frederich Hebbel’in dediği gibi…
Yaşamak taraf tutmaktır… Gerçekten yaşamak, yurttaş olmaktır… Eldeki o tek hayata dair taraflı olmaktır. Kayıtsızlık irade yitimidir, asalaklıktır, korkaklıktır… Kayıtsız olmak, yaşamamaktır. O yüzden de korkmamaktır… NE DİYECEKLER noktasında durup tereddütlere teslim olmamaktır…
Siz siz olun, vazgeçmeyin… Yaşayacaklarınızdan vazgeçmeyin… Sahip olduğunuz o tek bir yaşamdan başkaları için vazgeçmeyin… Hayatın efendisi olun, efendilerin köleleri değil… !