Biri Belediye Diğeri Türk Telekom
Herkes bir şeye inanır…
İnandığı yönde de ilerler…
Bazen hiç durmadan, bazen düşe kalka…
Ben mi ?
İnanırım…
Ama iki şeye…
-DİĞERİ için ayağa kalkabildiğim kadar İNSANIM...
-ÖTEKİ denilenin yalnızlığını paylaştığım kadar da YURTTAŞ...
O yüzden, bugün fark ettiğim bir şey için yazıp çizeceğim, sabah gelirken fark ettiğim bir şey için… Kurumsal koordinasyonumuzun ( ! ) ne halde olduğunun fotoğrafında durup beklerken, gülümsediğim bir şey için...
Kurtuluş Caddesi boyunca ilerleyen kaldırımda yürüyenler bilir, görme ENGELLİLER için yapılan kılavuz çizgileri, hatta cadde üzerine ekli ENGELLİ park alanlarını ve o alanları işaret eden demir levhaları…
O demir levhalardan birinin yanından geçerken, kılavuz çizgilerin tam da o demir levhanın DİĞERİ ve ÖTEKİ için ortaya koyduğu hassasiyeti fotoğraflayayım sizler için… Gördüklerimi… Vicdanıma çarpanları… Çarptığı her noktada kara kare ne halde olduğumuzun altını çizenleri…
Siz ne düşünürsünüz bilmem ama…
Hayat, BASİT gibi görünen noktalarda nefes alıp verir… Ama yazık ki, o noktalar, yanından geçip gittiklerimizdir çokça, hatta AMAN SENDE dediklerimizdir, MEMLEKETİ BU MU KURTARACAK deyip de küçümsediklerimizdir…
Memleket, BÜYÜK mesele…
Biz, VİCDAN ile başlayalım mı ?
ENGELLİ park yerini işaret eden hassasiyetimize TEŞEKKÜR edelim etmesine de, hemen yanı başından ilerleyen GÖRME engellilerin ‘kılavuz’ çizgilerinin orta yerine eklediğimiz TÜRK TELEKOM hizmet noktası için NE diyelim, hani şu demirden-plastikten kapaklar, çizgileri ortasından kesenler, bunu da YAPTIM-OLDU dercesine yapanlar, düzeltme çabasına bile girmeyenler…
Biri BELEDİYE tarafından, diğeri bir KAMU kurumu tarafından hayatlarımıza eklenen iki hizmet, ama eldekine ÖNCE ekleyen SONRA da çıkartan iki hizmet, birbirinden HABERİ olmayan iki hizmet, DİĞERİ ve ÖTEKİ adına beklentileri sınıfta bırakan iki hizmet…
Söyleyen ne güzel söylemiş…
Bu dünyadaki tüm sorunların kökeninde, bazı hayatların diğerlerinden daha önemsiz olduğu düşüncesi yatıyor.
Haksız mı ?
Bugün yazdıklarım, ASLINDA yazılmasına gerek bile olmaması gerekenler… Bizleri tekrara dahi düşürmemesi gerekenler… O yüzden de öfkelendirenler… Hani Yazar’ın dediği gibi… ‘Bağırıyordum. İki elim de göğsümdeydi. Sanki bir şey söküp atmak istiyordum göğsümden…’
O yüzden, “ya ezenden yana olacaksın ya da ezilenden! Bu işin az şekerlisi, çok şekerlisi olmaz!” diyen Rıfat Ilgaz gibiyim… O yüzden yazıyorum, ki aslında tekrar ediyorum, hem olanı biteni hem kendimi, ama en çok da yaşananları, bizlere yaşatılanları, her anımıza ekli zorlukları…
Haklısınız…
Kavgamız İNSAN için…
İNSAN’a dair her şey için…
Tam da Edip Cansever’in dediği gibi…
Bir yerimiz varsa bu dünyada,
Her şey İNSANCA olmalı…
Sevmek de…
Yaşamak da…
Ölmek de…
Madem durum bu…
Talebimiz YÜKSEK olsun, İNSANCA olsun, İNSANA DAİR olsun, herkes için olsun… DİĞERİ için de, ÖTEKİ için de, itirazsız yaşamayı seçmişler için de, korkanlar ve konuşamayanlar için de…
Şimdi sıra sizin…
Eldekini düzeltme sırası sizin…
Yaşamlarımızı tamir etme sırası, sizin…