SUSSAK VE YAŞASAK s.u.s.a.r.a.k y.a.ş.a.s.a.k
Yaşananlar o kadar güncel birer olay halini aldı ki bizler için, okuyup da geçiyoruz hemen her şeyi… Düşünsenize… İnsanlar kolayca tutuklanabilir oldu bu ülkede… Kelimelerini cümle haline getirme suçundan en çok da ! Öyle bir ülke halini aldık ki; sanatçısından gazetecisine ve hatta üniversite hocasına kadar gözaltında… Ama bir tek siyasetçisi dahi suçlu değil, olması gereken durumlar çıktığında bile değil… ! Onlar hep masum ! Onlar, bu ülkenin kandırılanları ! Diğerleri mi ? Şüpheli ! Suç işlemeye meyilli ! Hatta suçlu !
Özetle…
KÖTÜ ( ! ) olanları !
En çok da Aydınları… !
Cavit Orhan Tütengil ne güzel demiş…
“AYDIN olma konusu üzerinde durulmalıdır. Hiçbir diploma, AYDIN olmanın belgesi değildir. AYDIN olmak; bir dünya görüşü olmak, bir yarın umudu taşımak ve idealleri olmak, kişisel çıkarlarını bir yana bırakarak yurt sorunlarını kendine dert edinmek, onlara çözüm yolları aramak özelliklerini gerekli kılmadadır.”
7 Aralık 1979 sabahı uğradığı silahlı saldırı sonucunda katledilen bir akademisyen, Tütengil… Dünü anlatırken, aslında bugün yaşadıklarımızı da fotoğraflamış… AYDIN olmanın, en çok da ‘konuşmanın’ maliyetinde kaybettiklerimizi sıralamış…
Yaklaşan 16 Nisan Referandumu için "HAYIR” kararını açıkladığı için Kanal D Haber Spikeri İrfan Değirmenci'nin işine son veren Doğan Medya’nın bugün bize verdiği örnek gibi ya da başkanlık eleştirisi yapan Posta Yazarı Hakan Çelenk'in işine son verilmesi gibi…
Ama en çok da…
‘HAYIR’ diyecek sokaktaki vatandaşı TERÖRİST ilan edebilecek kadar ileriye gidebilen siyasetçisinden savcısına, yeni Türkiye’nin bizleri korkutan hallerine işaret etmesi gibi…
Filmin sonu mu ?
Bilmiyorum…
Ama bir şeyi çok iyi biliyorum…
"Sorgulanmayan hayat yaşamaya değer değildir" felsefesini kendine ilke edinmiş bu ülkenin insanları, her şeye rağmen kelimelerini cümle cümle paylaşmaya ve inandığını söylemeye devam edecek. Hele ki, “AYDIN olmak; bir dünya görüşü olmak, bir yarın umudu taşımak ve idealleri olmak, kişisel çıkarlarını bir yana bırakarak yurt sorunlarını kendine dert edinmek, onlara çözüm yolları aramak özelliklerini gerekli kılmadadır” diyen Cavit Orhan Tütengil’in düne ekli gerçeğinin dibinde dolanıp duruyorken…
Dipte miyiz gerçekten ?
Dolanıyor muyuz ?
İpe dolanır gibi !
Peki, çözebilecek miyiz elimizi kolumuzu bağlayanları ?
Yoksa her gün artarak devam mı edecek her şey ?
Düne dair konuşup, “Ben bildim bileli bu ülkede Anayasa tartışılır. 64 doğumluyum. Kimine göre Anayasa dardı, kimine göre bol. Bir terzilik meselesi yani. Üstelik olup bitenlere itiraz ettiği için tepesinde boza pişirilen bir kuşağın evladıyız” diyenler haksız mı, hele ki terziliğin USTALIĞINDA ( ! ) durup herkesi susturanlar noktasında ?
Biriyle konuşurken bu konuyu geçenlerde, korktuğundan bahsetti… HAYIR diyenleri bugün AÇIK AÇIK hedef gösteren bir siyasetin, yarın sandıktan EVET’i çıkardığında HAYIR diyen tüm vatandaşlar için ‘cadı avı başlatmayacağı ne malum’ deyiverdi… OLMAZ, dedim… O kadarı da OLMAZ diye ekledim… Ama dediğime kendimi bile inandıramadım…
Evet…
Bunu düşünecek kadar korktuğumuz yaşamlara sahibiz artık ! Bizleri korkutan yaşamlara sahibiz ! Öyle ki, “Anayasa tartışması yapılıyorsa, bundan etkilenecek bütün vatandaşların söz hakkı vardır…” derken, ‘SUSSAK MI’ demeye başladık !
Sussak ve yaşasak !
Susarak yaşasak !
İstendiği gibi…
Beklendiği gibi…
Yok, benlik değil !
En azından susmak değil !
Susup da yaşamı beklemek hiç değil !
Franz Kafka’nın dediği gibi…
İtiraf etmeliyim ki
Bu, anlamsız bir umut.
Ama benim tek umudum…
Eldeki ÖZGÜR kelimeler, tek umudum…