Ne kadar kendinizsiniz Bulalım mı beni seni onu
Charles Bukowski’nin çok sevdiğim bir sözü var…
“Bazen kendine gelmen için, başkalarından gitmen gerekir. Uzaklaşmak, özgürlüktür…”
Biraz deşelim mi bu konuyu, daha derine inelim…
Hatta siz küreği kapın ben de kazmayı, başlayalım…
Kim bilir, belki buluruz kaybettiklerimizi…
Ben kendimi bulurum, siz kendinizi…
Zaman kalırsa diğerlerini de ararız…
Aslında bugüne dair hallerimizi konuşuyorum… Bize zorla giydirilen elbiselerden bahsediyorum… Kolumuzu zorla soktuğumuz, başımızdan geçirmek için oflayıp-pufladığımız, ama yine de giymekten vazgeçmediğimiz, vazgeçemediğimiz elbiselerden bahsediyorum…
Peki, sizinki ne durumda ?
Emanet elbiseniz ne durumda ?
Ne kadar dar, ne kadar bol, ne kadar rahat ?
Hayatlarımızı kendi istediğimiz gibi değil de başkalarının istediği gibi yaşamaya çalışan bizleri konuşurken yabancılaşmayın konuya, girin içeri, ama kapıyı kapatmayın arkanızdan… Çünkü kalabalığımız çok ! Başkalarının inançlarını, yaşamlarını, fikirlerini, ideolojilerini kendininmiş gibi yaşayanlarımız çok ! Mutluymuş gibi yaşayanlarımız çok ! Böyle düşünerek mutlu olanlarımız çok !
Sonuç mu ?
Bir yazarın dediği gibi…
Bu şekilde davranarak, hayatlarımızı içi boş birer çuvala çeviriyoruz. Bu yüzden de mutsuz oluyoruz. Hayatlarımızın anlam derinliğine ulaşamıyoruz. Bunu düşünmüyoruz bile. “Az bilen mutludur” diyoruz belki… Oysa az bilenin mutluluğu yalnızca bir yanılsamadan ibaret, bunu unutuyoruz… KENDİMİZ sandığımız şey aslında hiç de kendimiz değiliz, fark etmiyoruz… Vücutlarımızdaki bir milimetre bile kendimizden oluşmuyor, ama bunu da umursamıyoruz…
Basit bir örnek vereyim, ardından hepimiz kafa sallayalım ama… Çünkü yaşadığımız bir şey… Eldeki bir şey… Ruhlarımıza zorla geçirilen elbiseler gibi bir şey… Belki de başka şansımız olmadığına dair bir şey…
Ne mi ?
Her seçimle beraber DEĞİŞİYORUZ, farkında mıyız?
Belediyeler, idari binaları önüne astıkları (!) Parti bayrakları ile kadrolarını değiştiriyor mesela… İktidarlar ise KENDİNDEN olana duyduğu ihtiyaç yüzünden kadroları değiştiriyor… Çünkü hiç biri ÖTEKİ ilan ettiğine güvenmiyor… GÜVENMEK için de kendinden olana kadro açıyor...
Geldiğimiz son hal mi ?
Yaşamak (!) için değişiyoruz… O ‘güven’ için elbiselerimizi değiştiriyoruz… KENDİMİZ olarak gidebileceğimiz uzaklığın çaresizliğinde, kendimizden VAZGEÇİYORUZ… Böylece ‘KABUL’ ediliyoruz… ONAY görüyoruz… GÜVENİLİR ilan ediliyoruz… Ama değişirken de, KAYBOLUYORUZ… Parça parça kayboluyoruz… Ardından da TESLİMİYETİMİZİN bayrağında Stokholm sendromu yaşıyoruz…
Rehinenin, kendisini rehin alan kişiyle olası diyalog sürecinde oluşan psikolojik durumu kastediyorum… Süreç içinde artık öyle bir ruh haline giriyoruz ki, rehin alındığımızı dahi unutuyoruz… Tutsaklığımızı ÖZGÜRLÜK zannediyoruz…
Bukowski o yüzden çok haklı…
Bazen kendimize gelmemiz için başkalarından gitmemiz gerek… Uzaklaşmak gerek… Ama bunun için de, önce başkalarının elbiselerinden soyunmak gerek. İşte o zaman, o HİÇ’ten kendini oluşturmaya dogru giden süreç başlamış olacak ve belki de kaybettiğimiz KENDİMİZİ yeniden bulacağız…
Soru da bu… !
Bulmak istiyoruz muyuz ?