Ne Ankaradaki Bakanlık Ne Hataydaki Müdürlük
Yok...
Hiç biri...
Ne Kültür ve Turizm Bakanlığı... !
Ne de İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü... !
Ne ilgilenmişiz...
Ne bakmışız...
Ne korumuşuz...
Ne de... !
Hafta sonu yaptığım Saint Simon Manastırı ziyaretimin, açıkçası, öncekilerde (Titus Tüneli ve Beşikli Mağarası) gördüğüm eksikliklerden öte bir şeyler olmasını isterdim… Aslında bunun için dua bile ettim desem ! En azından bu defa FARKLI olsun diye, iyi bir şeyler yazmak için SEBEP olsun diye...
Ama olmadı...
Yine olmadı...
Gördüklerim, öncekilerdi...
Öncekilerde olanlardı...
Daha da kötüsüydü…
Hatta fazlasıydı…
Ben, adına 'resmi' İLGİSİZLİK diyorum, ama siz istediğiniz gibi adlandırın !
Gelin en baştan başlayalım ve tuttuğumuz taksi ile Samandağ Aknehir'e doğru yol alalım... Ama şimdiden uyaralım, yolların berbat hali yüzünden oldukça uzun, yorucu ve bir o kadar da virajlı bir yolculuk sizi bekliyor.
Manastır’ın olduğu, yaklaşık 500 metre rakımlı tepeye ulaştığınızda mı? Bir güvenlik görevlisi karşılıyor sizi. Denilene göre, o da son 2 seneye kadar yokmuş ! Hatta yollar taş-toprak, kışın ise çamur içindeymiş... O bir tek görevlinin dışında mı ? Yok ! Başka da bir şey yok... Başka her hangi bir GÖREVLİ de... Geldiğiniz yere dair bir broşür, kitapçık ya da başka bir şey alabileceğiniz KURUMSAL bir alan da !
Haklısınız...
Eldekine 'şükredin' der gibi anlatılanlar !
Yine de haklarını yemeyelim... Manastır tarafına ilerlemeden hemen önce, Türkçe ve İngilizce bir tabela var, size 'hoşgeldin' diyen, ulaştığınız noktanın DÜNYA 'inanç turizmi' adına ne kadar ÖNEMLİ olduğunu anlatan, eldeki tarihi emanetin ne EŞSİZ bir yapı olduğunun derinliğine sizi çeken ve okudukça sizi daha da meraklandıran, keyiflendiren, umutla gülümseten !
Tabela sonrası mı ?
Rezalet...
Utanç verici...
Hatta skandal...
Tepenin zirvesinde yüzlerce metrekare alana yayılmış ve devasa taşlardan oluşmuş yapılar karşılıyor sizi. Tonlarca ağırlıktaki kesme taşlardan yapılma duvarlar, kemerler, inanılmaz bir işçilikle ortaya çıkmış sütün başları, sarnıçlar, toprakla örtülü haldeki mozaikler… Ama hemen hepsi, yabani otların arasında, kaybolma pahasına bir başlarına bırakılmış… Gelenler için mi ? Ne yürüyüş yolu var ne de takip edeceğiniz bir patika... Adımlamak yerine, taşlar üzerinden zıplayarak ilerliyorsunuz, ki zaten geldiğiniz yer de ‘tabelada’ OKUDUĞUNUZ YER değil gibi… ! Öyle ki, eline sprey boya alan boş bulduğu duvara aşkını haykırmış… Kimi Selda’ya kimi Saadet’e… Bitmemiş, kalpler de çizmiş… Her yer renk renk yazı olmuş… Bugüne dair hayatlar paylaşılırken, düne dair hayatların üzeri karalanmış…
Olan olmuş !
Ama rezaletimiz olmuş…
Yetmemiş, utancımız olmuş…
Hatta ötesine geçin, skandalımız olmuş…
İçinizden şöyle bir cümle geçiyor o an… ‘Bu tarih, Avrupa’nın bir başka şehrinde olsaydı NE halde olurdu’ diye… ‘Nasıl anlatılırdı diğerlerine’ diye… ‘Bu tarih o bölge insanına ne kadar kazandırırdı’ diye…
Ardından son gerçeğimize geliyoruz !
Siyasetin gölgesinde ilerleyen turizmimize…
Peki, orada ne mi yaptık ?
Almanları NAZİ ilan ettik...
Hollandalıları NAZİ ARTIĞI...
Avrupalıları ise GENEL düşman !
Elde kaldı mı sadece YERLİ turist !
Tebrikler !
Çünkü o da YOK gibi !
Kaldık mı baş başa, diz dize !