Koltuklarında oturanlar Türkiyede olduklarına şükretsinler
Her gün hayal kuruyoruz. Hayatımızı yoluna sokmak, değerli kılmak için hemen her gün mücadele ediyoruz. Bilmiyoruz ki, hayatımızın değerini, onu bizden alacak adamın kullandığı silahın piyasası belirliyor. Bilmiyoruz ki, bir adam, hiç alakamız olmayan bir konudan dolayı güpegündüz bizi evimizin önünde, tam kalbimizden vurabiliyor. Bilmiyoruz ki, nice zorluklarla filizlenen bir ömrü 3 kuruşluk bir mermi bitirebiliyor. İnsan, böyle anlarda, sizinle birlikte hayallerinizi, geleceğinizi ve umutlarınızı götüren bir merminin değerinin üç kuruş olmasına hayret ediyor…
Bir şeyi çok iyi biliyoruz ama…
Bu ülkede YAYALAR ÖLMEDEN, köprüler yapılmıyor ! BİNALAR ÇÖKMEDEN, denetimler yerine getirilmiyor ! BİRİLERİ VURULMADAN, yapılan şikayetler dikkate alınmıyor ! ÖZGECANLAR OLMADAN, kadına şiddetin üstünde durulmuyor !
Niye mi ?
Çünkü biz, hayatımız boyunca karanlığın aydınlığı doğuracağına, kötülüğün arkasından iyilik geleceğine inandırıldık. Ayağa kalkmaktan çok, SEYİRCİ kalmanın rahatlığına ALIŞTIK.
24 yaşımdaydım. Beni vurdular… Hayallerim vardı, hayallerimi vurdular… Yaşama tutunurdum, ellerimi vurdular… Gökyüzünde bir kuştum, kanatlarımı vurdular… Gökyüzünde son kuş kalana kadar da vuracaklar…
Ben, Müzeyyen Telli… Benim ömrüm 4 kuruş etmedi… Senin etsin diye, SUSMA…
*
Bir uyuşturucu tacirinin öfkeli kurşunlarının hedefinde kalmış masum bir hayat adına kaleme alınmış mısralar bunlar… Hayatlarımızın ne kadar KISA olabileceğinin de bir karşılığı… Aslında konumuz, yitip giden bir yaşama eklenen kelimelerin anlattığı gibi, hani “Bu ülkede yayalar ölmeden köprüler yapılmıyor” deyişinde olduğu gibi… Başımıza bir şey gelmeden, daldığımız uykulardan uyanamayışımız gibi…
O yüzden, eldekini konuşacağız bugün…
KRAL ÇIPLAK demeye devam edeceğiz…
Kısacık yaşamlarımızı UYANIK geçireceğiz…
SUSMAYACAĞIZ…
Peki, bugüne dair kelimelerimiz mi ?
Bir haber okudum geçen, başlığı “ANADOLU´DAN AVRUPA´YA KAÇIRILAN ÖNEMLİ 15 TARİHİ ESER” olan… Ardından haberin devamını okudum… Kaybettiklerimizin listesinde NELER var onları okudum… TALAN edilmiş Anadolu coğrafyasından başka ülkelerin müzelerine sessiz (!) sedasız (!) transfer edilmiş BİZE ait olanları okudum…
Dürüst olmamı ister misiniz ?
Bizde olmadıkları için üzülmedim !
Hatta kaçırıldıkları için öfkelenmedim !
Şöyle anlatayım…
Bugün dünyada milyonlarca insan DAHA iyi bir yaşam için başka ülkelere gitmeye çalışıyor… Afrika’dan, Asya’dan, Ortadoğu’dan ve hatta Türkiye’den… Niye ? Çünkü VATAN dediklerinde mutsuzlar… VATAN dediklerinde açlar… VATAN dediklerinde işsizler… VATAN dediklerinde güvende değiller…
O yüzden…
VATAN dediklerinde bulamadıkları için binlerce kilometre yol kat ediyorlar… Denizleri ve hatta okyanusları, dağları, başka başka savaşları aşıyorlar… Hayalleri için, daha iyi bir yaşam umudu için…
Benzetme garip kaçmasın ama… Kaçırılan tarihi eserlerin kendi vatan topraklarında bulamadıkları hayatlardır belki de şu an buldukları ! Anlamadınız değil mi ? Tamam, eldeki son örneğimizle anlatayım hikâyenin kendisini, hatta finalini…
Daha birkaç gün önce Saint Simon Manastırı’nın olduğu Samandağ Aknehir’deki 480 rakımlı tepedeydim… 1500 yıllık bir Manastır’ın NE HALDE olduğunu kendi gözlerimle gördüm… Eldekini NE HALE getirdiğimize şahitlik ettim… Üzüldüm… Çokça öfkelendim… Ve o an aynı şeyi düşündüm… ‘Böylesi bir yer başka bir Avrupa kentinde olsaydı, her sene kaç bin insan ziyaret ederdi’ diye ! ‘Şu an ne halde olurdu’ diye ! ‘Onu bu hale getiren yetkililer şu an koltuklarında oturabilirler miydi’ diye !
Sahi, oturabilirler miydi ?