İnsan dediğin Anılar toplamıdır
Güzel demiş, Aziz Nesin…
Tamam da…
O ‘toplam’ denen hale gelinceye kadar; kaç kere eksildiğimizi, kaç kere bölündüğümüzü, peki ya kaç kere çarpıldığımızı da bilir mi diğerleri ?
Yoksa sadece o ‘TOPLAM’ denenle mi ilgilenir ?
Aslında konu…
Ne ben…
Ne sen…
Ne de diğerleri bugün…
Bu kent…
Hemen her gün içinden, kıyısından, dar sokaklarından, düne dair evlerin diplerinden ilerlediğimiz, bu eski kent…
Bu kentin ‘bir zamanlar…’ diye başlayan unutulmuş haline dair UMUT arayan o kadar çok insan var ki… Bakmayın konuşmadıklarına… Sessizliklerinde biriken öyle kelimeler var ki, cümle olmak için birbiri ile yarışan ! Ama susan… İzleyen… Hep derin bir iç çekişle örselenen…
Bugün, onlar için önemli…
Fransa’da yaşayan bir Antakyalı, bir şiir paylaşmış benle geçenlerde… “Ne zaman bu şehre gelsem, bu şiir geliyor aklıma” demiş… “Gidesim var…” diyor o şiirde ve bugünün Antakya’sında kalanların da bu şiirde beklediğini fısıldıyor… “Aslında hepsinin gidesi var” diye de ekliyor…
Önce şiir gelsin…
-
Hiç bilmediğim bir yoldan,
hiç bilmediğim bir yerlere gidesim var…
Daha önce yüreğime hiç dokunmamış bir ezginin eşliğinde, “ora"ya… Adını bile bilmediğim ağaçların gölgesinden, o efsanevi çiçeklerin kokularıyla birlik, rüzgâr olup geçesim var...
Uzun bir yolculuk, gittiğimi hissedecek kadar uzun...
Ora'ya vardığımda, artık "bura” olmanın hüznünü yaşamayacak kadar uzun-uzak yollardan, içimin tek şeridinden ilerleyesim var...
-
Ve şimdi de söyledikleri ile devam etsin…
Biraz kendini anlatsın, en çok da gidişini…
-
Çok oldu, bu kentten gidişim, ama… Ne zaman dönsem, aynı şiirin dizelerindeyim, değişmiyorum… ‘Gidesim var…’ diyorum… ‘Gidesim…’ Aslında bu kentin bile kendisinden kaçar bir hali var… Öylesine bitmiş ki… Öylesine eksik ki… Ya fark ediyoruz, ama idare ediyoruz… Ya da eski halinden bir haber, eldekini alkışlıyoruz…
Aziz Nesin’in bir ifadesi var…
Der ki…
İnsan dediğin, anılar toplamıdır…
Bu kent için de düşünün bunu… Topladığı anıları düşünün… Bir de hayal edin, o anıların eski Antakya’sını… Bugün ortaya çıkarılan taş zeminlerin üzerinden akıp giden hayatları…
Hayal etmenin bu kadar acı verdiği bir başka kent var mıdır sahi ?
“Taş zeminleri bulmuşlar”, demiş bir tanesi ! “Define bulmuşlar”, der gibi ! Aslında kocaman bir hazine, bulunan… Ama bulunana bakmayın ! Çünkü asıl hikaye ‘O’ değil ! Nasıl bulunduğuna bakın ! Çünkü asıl hikaye, tam olarak ‘O’ !
Kaç kat alttan çıktığına bakın o taş zeminin… Üzerine kaç kat beton döküldüğüne bakın… En üstünden akan asfalta bakın… İşlenen cinayetin en resmi, en kurumsal haline bakın… Sonra da öyle bir iç çekin ki, yer gök inlesin ! Çünkü bulunan TAŞ bir zemin değil, ama ‘bir zamanlar…’ diye başlayan hikâyenin cansız bedeni…
Şimdi niye ‘gidesim var’ dediğimi anladınız mı?
-
Ben anladım…
Siz de anladınız mı ?