Doldurun yaşamı kadehe Ve tek yudumda için
Eksildik, ama bitmedik…
Yenildik, ama kaybetmedik…
Yorulduk, ama tükenmedik…
Engellendik, ama vazgeçmedik…
Umuttu sermayemiz, vicdanımızdı tüm bedenimiz, var oluş sebebimiz…
Simone de Beauvoir demişti, ki biz de hep tekrar ettik…
‘Ya olduğum gibi alın ya da bir kez daha vurup öldürün beni. Çünkü değişmeyeceğim…’
Yoktu ki ÖTESİ… Ötesi yalandı ! Slogandı ! Gerçeği inkardı ! Sevmeyi bilmeyenlerin ülkesi halini almışların Türkiye’sinde, kabul edilecek tarafı olmayandı…
10 Ekim Ankara’sında patlayan bombanın geride bıraktığı yaralılardan İzzettin Çelik o ÖTEYE dokunurken öylesine derinden çizmiş ki resmi, "Devletin ötekileriyiz" demiş ve derken de eklemiş…
“Biz, devlete ait olmayanlardanız. Biz, devletin gözünde olmayanlardanız, kaybedilmiş olanlardanız. Devlet, bizim için, ‘yarın öbür gün bunlarla bir araya geliriz, otururuz’ diye bir düşüncede değil. Bakın, biz milli takım maçlarında yuhalandık. (13 Ekim'de, Türkiye ile İzlanda milli takımları arasında Konya’da oynanan 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası grup elemeleri maçı öncesinde, Ankara’daki patlamada hayatını kaybedenler için yapılan saygı duruşunda, tribünlerden -Ya Allah Bismillah Allahu Ekber- ve -Şehitler ölmez, vatan bölünmez- sloganları eşliğinde ıslık ve yuhalama sesleri yükselmişti…) Sanki yuhalanınca milli takım kazandı. Bir bombalı saldırı sonrasında, ‘Sorumluluk duyup istifa eder misin’ diye sorulduğunda, bize gülen Bakanlar oldu. (İçişleri Bakanı Selami Altınok ve Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Ankara'daki saldırıyla ilgili basın açıklaması yaparken, Altınok'a, 'istifa edip etmeyeceği' soruldu. Altınok soruya karşılık hiç bir güvenlik zafiyetinin bulunmadığını söylerken, Adalet Bakanı Kenan İpek'in tam da bu noktada gülümsediği gözlerden kaçmamıştı…) Bu nasıl olabilir? Bırakın politikayı, siyaseti, bu pişkinlik… En kaba tabiriyle, ‘erkekliğe, racona’ sığmaz. Bu kadar insan ölmüş, oturur ağlarsın… Kameranın karşısında gülmezsin… Bu, bizim yüreğimizi dağladı. Bunu asla unutmayacağız. Bu kadar insan düşman safına konulmaz ki... Bırakın devletin bize taziye dilemeyi, bizi böyle rencide ettiler. Benim kalabalık bir ailem var. Belki beni teselli eden çok insan var çevremde. Ama katliamda ölenlerin geride tek başına kalmış aile bireyleri var. Onlar bu tablodan nasıl çıkacak? Çirkinliği nasıl atlatacak?”
Sahi, nasıl olacak ?
O çirkinlik nasıl olacak ?
Tüm o çirkinlik nasıl atlatılacak ?
Zor mu ?
Haklısınız, zor…
Ama bir şeyler de yapmak gerek…
ÖTESİ için de ÖTEKİLER için de…
Onat Kutlar’ın dediği gibi belki de…
Hayatı kocaman bir kadehe doldurmak gerek…
Mutluluklarıyla, ölümleriyle, ama gelecek umuduyla…
Tüm o acıları, kahkahayı ve gözyaşlarını da unutmadan ama…
Ardından tek yudumda içmek gerek, nefessiz kalıncaya dek, son damlasına kadar bitirmek gerek… Bitirmek ve yeniden doğmak gerek… Daha güçlü, daha umutlu ve daha BİZ…
Yok, unutmadık…
Onat Kutlar’ı unutmadık…
Şimdi onun kelimelerinde sıra…
Yaşamı tek yudumda içmenin formülünde…
Başlayalım mı ?
“Yaşadığımız günlerin toprağına, acının ve yalnızlığın tohumları ekiliyor her gün. Ama gene de, unutmadan yapabileceğimiz bir şey var: bir insan elinin sıcaklığındaki dayanışmayı gerçekleştirmek. Her şeyi değiştirebilir bu. Çünkü ay ışığı, güzel değişimlerin tanrıçasıdır ve o ışığı yok etmek mümkün değil. Yeryüzü, ister coşkuyla ve ister acıyla, parlayacaktı hep böyle ve bu karanlığı yırtan coşkusuyla… Ve gelecek, gülümseyerek bekliyor kapıda. Elinde, altın renginde bir kadeh şarap. Doğunun tüm tatları yüklü ve hafif buruk. Onu, hep birlikte, yazgıya başkaldırmak için içelim…”
Ama siz -siz- olun, dikkat edin…
Yaşamın kendisinden kaçanlara AĞIR gelebilir o tek yudumda içiş !