Burası şehir merkezi Hafif kırık hafif dökük
Londra’dan Paris, Roma ve Atina’ya, Avrupa’daki şehir merkezleri size çok şey anlatır… Devasa meydanlara dair, bakımlı binalara dair, büyük heykellere dair, o şehrin dününe ait fısıldayan detaylara ve o detaylara sahip çıkan insanlara dair… Peki, bizde durum ne ? Eldeki fısıldanan ne ? Fısıldananlar ne ? Peki, dinliyor muyuz onları ? Dinlediklerimize sahip çıkıyor muyuz ? Şehir meydanlarımızın orta yerinde onların hikayesini bedenleştiriyor muyuz ? Yoksa bu da mı YAPTIK-OLDU kısmında ?
Tamam yapmışız yapmasına da…
Olmuş mu ?
Yok !
Olmamış…
Gelin, Antakya’nın tam orta yerinde duralım beraberce... Bu kenti yönetenlerin her gün yanı başından geçip gittiklerinde duralım, ama en çok da geçip giderken gör-e-mediklerinde, belki de es geçtiklerinde, AMAN SENDE dediklerinde, BU BİLE FAZLA diye eklediklerinde…
FAZLA mı EKSİK mi, ona karar vermeden önce bir bakalım mı, ama akşam vakti… ?
Ne görüyorsunuz ?
Büyükşehir Belediyesi’nin kendisine MAKAM koltuğu yaptığı eski TAŞ bir yapıyı… Işıklar içinde… Ağaçları bile… Yılbaşı sepetinden çıkmış gibi adeta, ışıl ışıl… Binanın önünde bir yazı var, MUTLU YILLAR diyen, ki o da ışıklandırılmış… Ama U’su ışıksız kalmış, T’nin ayağı da, ki durum epeydir bu halde… Kasıt mı ? Yok ! Ama ilgisizlik var… Vurdumduymazlık var… Yapılanı olduğu yerde bırakıp bir daha uğramamak var… Kontrolsüzlük var… Denetimi yapacakların denetiminde karmaşa var…
Bildik şeyler !
Hep olan şeyler !
Eldekinin karşısında mı ?
Burası Cumhuriyet Meydanı… Antakya’nın kalbi… Doğusu ile batısı arasındaki köprü… Ama gelin görün ki, dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğiniz kadar ESTETİK YOKSUNU bir meydan düzenlemesine sahibiz… Neredeyse her şeyimiz kırık, dökük, eksik… Baktığınızda yoran detaylar var her yerinde…
Mesela mı ?
En başta, Atatürk Anıtı’nın arkasına OLDU-BİTTİ ile yerleştirilen belediye logosu… Yerelce kamulaştırdığımız (!) alanda ışıklandırmışız ışıklandırmasına da, akşamları fark ediyor muyuz, ışıklandırma için köşelere yerleştirdiğimiz lambalardan biri çalışmıyor… Şimdi de, logo ile Atatürk heykeli arasındaki taş duvara gelelim, elden geçmesi gerekene, yer yer kırıkları olana… Aslında bir iki ufak çalışma ile düzeltilebilecek olana… Belki de masraf çıkartmasın diye unutulana… Ardından da meydanın orta yerinde yükseltilen aydınlatma direğine yaklaşalım… ‘Kaç lamba var’ diye hiç saydınız mı, bu devasa yükseklikteki aydınlatma direğinin tepesinde ? 10 ! Peki, kaçı çalışıyor, baktınız mı ? 4 mü ? Sanırım 5 ! Diğerleri kırıklar içinde, hatta kırıklardan sarkanlarla poz verir halde… Sallanır halde…
Merak ediyorum…
Soruyorum da…
Ama sadece Büyükşehir Belediyesi’ne ya da TEDAŞ’a değil, Valiliğe de… Bu durum sizleri rahatsız etmiyor mu sahi ? Eldekinin görüntüsü içinden her gün geçip giderken, hatta makam koltuklarınız bu fotoğraf karesine tam da karşıdan bakmaya devam ederken, rahat mısınız sahi ? Hiç demiyor musunuz BU EKSİK diye ? Hatta, KARDEŞİM NİYE DÜZELTMİYORSUNUZ diye…
Biz diyoruz…
Hatta yazıp çiziyoruz…
Cevapsızlığımızda, soruyoruz…
Çünkü bu şehrin bakımsızlığında, MUTSUSUZ…
Bu şehri yönetenlerin rahatlığından, MUTSUSUZ…
Dünün Roma kenti Antakya’nın halinden, MUTSUSUZ…
Tamam da…
Bizler bu kadar rahatsız olurken, sizler nasıl olup da bu kadar mutlusunuz, ki vardır bir sihri bu mutluluğun, vardır bir çaresi GÖRMEDİM-DUYMADIM-BİLMİYORUM demenin, YAPTIK-OLDU diye eklemenin… Bize de öğretseniz… Biz de rahatlasak… Sürekli aynı hatalarınızı yazıp fotoğraflamasak…
Yaşamın, yaşananların, yaşayanların yanından sessizce geçip gitsek…
Olmaz mı ?