BUNA DA ŞÜKÜR mü
Diyen haklı…
-
Yediğin her portakalın, hayatında yediğin en güzel portakal olma olasılığı var, ama… Sen, mükemmeli arayarak bir kasa portakalı tüketirsen, ulaşacağın tek şey, aptal bir karın ağrısı olur ! Bir şeye karşı ne kadar az beklentin olursa, ondan o kadar lezzet alırsın…
-
Sorunumuz bu mu, içinde yaşadığımız kente dair ?
Çıtamız mı çok yüksek ?
Beklentiler mi abartılı ?
Yoksa memleketin genel hikayesi içinde, o çok sevileni, bu kent için de mi hayata geçirsek ve…
BUNA DA ŞÜKÜR mü desek ?
-
Sahi, ŞÜKÜR için neyimiz var ?
-
Buna dair bir paylaşım yapmış, bu köşeyi okuyan biri ve bu kentin yorgunluğuna dair şu dizeleri paylaşmış, ki biraz abartılı da bulsam, oldukça etkileyici bir betimleme olduğunu itiraf etmem gerek…
Haklısınız, okuyalım…
İşte bu kenti anlatan kelimeler…
-
Kavgalardan kaçarak, aklını, ruhunu, bedenini koruduğunu düşünüyordun, ama… Yanıldın... O kavgaların bütün yaraları üzerinde… Bütün yaralardan kan sızıyor... Bir savaş alanında ölmekten daha acınası bir haldesin ! Bütün gücünü tükettin ! Dizlerinin üstündesin… Boynun bükük, yüzün karanlık, kolların dermansız ! Gözkapaklarını açmaya takatin yok.
Atını yitirdin…
Yeryüzü, ölü atlar mezarlığı kadar ıssız, üzengi paramparça…
Yanılgının cehennemine düştün.
-
Sert ifadeler…
Aslında bu kente dair, herkesin anlatacak ya da söyleyecek az çok bir şeyleri olduğunu düşünenlerdenim, ama… Susan bir kalabalıkla yüz yüze kalmak ve “HADİ” demek zor oluyor, hatta yoruyor ! Belki denildiği gibidir bu kent de… “Anlatacak çok fazla şeyi olunca, daha bir güzel susuyormuş insan... Hisler, cümleleri tamamlamaya yetmiyormuş…”
Durum bu mu ?
Dilerim budur…
Kabulleniş, değildir…
Hele ki, BUNA DA ŞÜKÜR !!!
Yine de…
UMUT denen şey hep olmalı… Benim sizlere dair umudum ve belki de sizlerin bana dair umudunuz… Yazılanlara dair biraz da… Ya da her gün bu sayfaya bakıp da, yazılmasını istediklerimize dair en çok da…
UMUT denen şey, açlık gibi…
Doyurmak gerek…
Geçen, buna dair bir şey okudum…
Diyor ki orada…
-
Bir gün zengin olma umudu da olmalıydı, elbette fakirlerin... “Şans oyunları, piyangolar, kişisel gelişim kitapları, kırk adımda zengin olma rehberleri, yoksulken zengin olan şarkıcılar ‐ futbolcular, kuantum düşünce teknikleri, iyi düşün iyi olsunlar, ağza çalınan bir parmak ballar”, bitmemeliydi... Ne yani, “Fakirler, kendilerini sömürülen bir sınıf olarak değil, geçici olarak sıkıntı yaşayan milyonerler olarak görmektir ” diyen John Steinbeck haksız mıydı?
-
:)
Gülümseten bir tespit…
O yüzden bildiğim bir şey varsa…
O da şu ki…
Antakya’nın her yerini rengârenk ışıklar içine hapseden ve yarattığı renk trafiği ile de, kent trafiğinden daha beter bir görsel elde edenlerin verdiği mesajı bir türlü anla-ya-mayan biri olarak, gülümseten her umuda ihtiyacımız var…