Bir zamanlar Anadolu denen yerde
.A
.NA
.DOL
.U
Bir kelimeyi böylesine parçaladığınızda ne kadar anlamsızlaşıyorsa, Anadolu’nun birbirinden ayrı düşen, düşürülen halkları ile de bir o kadar anlamsızlaştı bu topraklar…
Ve hikâyemiz de öyle başladı…
Evet…
Hikâyemiz, Uğur Yücel'in bir söyleşisinden...
-
Bir Rum arkadaşıma, bir tanesi soruyor:
“Biz, İstanbul’a 1984’te geldik. Siz ne zaman geldiniz?”
Arkadaşım sakince cevaplıyor…
“3000 yıl önce!”
Bu hayatın, bizim gibi farkına varamadılar, bunun hazzını çıkaramadılar…
Bir Rum evinden gelen bir tepsi musakkaya karşılık annenin gönderdiği bir Anadolu mantısı ya da bir Ermeni evinden gelen midye dolma ve buna karşılık bir koca tabak baklava... Zeytinyağlıyı, balığı Rumların elinden… Dolmaları, topiği Ermenilerin elinden… Hamuru Türklerin, eti Kürtlerin elinden yiyeceksin…
Elden ele, komşudan komşuya…
Cenazede, mutlulukta, bayramda bunlar paylaşılırdı…
Bu renkler gitti, tatlar gitti…
Komşulara dağıtılan irmik helvaları, paskalya çörekleri, yumurtalar gitti…
Mesela, dedem hacıydı… Ama Paskalya zamanı, yumurta tokuştururdu arkadaşlarımla… Yılbaşında, başına kukuleta takardı, yılbaşı kutlanırdı, ama Kandil’de de radyo başına geçilip Kandil dinlenirdi, Mevlitlere gidilirdi… Kilisedeki düğünlere giderdi, bu hacı hocalar, anneanneler… Yakın biri öldüğü zaman, bizim mevlit olurdu mesela… Rumlar, Ermeniler, Yahudiler başörtüsü takıp, bizim eve gelir, duaya katılırdı…
Bu dünya, bu söylediğim şeyler, hayat kaybı değil midir?
İster Arap olsun, ister Kürt olsun, ister Türk olsun, Rum, Ermeni… Bu medeniyetler, burada yaşayan kültürler, bunların hepsi, yetiştikleri yerin iklimine göre davranmıştır.
Sınırsız bir dünyaya inanıyorum ben.
Benim yerleştiğim, köklerimin yerleştiği bir yer varsa, köklerim, o topraklara, o denizlere göre hareket ediyor.
Sen, bu kökleri, o tohumları yok edersen, yerinden yurdundan edersen ve “onun yerine benimkiler geçsin” dersen, dünya harikası bir caminin dibine gökdelen koyarsın !
Yahu, Şirince’de, dünyanın en güzel zeytinlerinin olduğu yere mübadeleyle gelen insanlar, tütüncü. Zeytin ağacı hiçbir şey ifade etmiyor onlar için… Ama bir Anadolu Rum’u içinse, zeytin ağacı, onun ayrılmaz bir parçası. Oraya yerleştirdiğin adamsa, bundan hiçbir şey algılamıyor.
Kim mutlu oldu bu lanet Mübadele’den?
Ne Müslüman’ı, ne Hıristiyan’ı...
Anadolu kurudu…
Koskoca üzüm bağları, incirler, yemişler, meyveler, her şey kurudu, beton oldu.
Dünyanın her yerinde bütün işgaller, savaşlar, bütün yer değiştirmeler, aynı zamanda hayatın tadına karşı da yapılmıştır.
…
Eldeki hikâyenin son örneği, Hatay’ın Samandağ ilçesindeki, Anadolu’da kalan SON Ermeni Köyü, Vakıflı için fısıldanıyor… Çok fark edilmese de, resmi kurumsal söylemlerin hepsinde, ANADOLU’NUN TEK ERMENİ KÖYÜ söylemi kullanılıyor inatla, ki belki de GERÇEĞİN sorgulanmasından korkuluyor…
Haklısınız, “SON” diyemiyoruz…
Kalanın “SON” olduğundan dem vuramıyoruz…
“TEK” dediğimizde, kendimizi kandırdığımız gibi herkesi de uyuttuğumuzu sanıyoruz…
Ama…
UYUMUYORUZ…