Bir duruşun olsun Eğilmesin bükülmesin diz çökmesin
Bu işe nasıl başladığımı sordu, geçenlerde bir tanesi… Hikayenin tesadüflerle ilerleyen serisinde durunca da, ‘iyiymiş...’ dedi ! Yüzünde de garip, ‘kolaycı…’ bir gülümsemeyle…
Ne anlattığımı biliyorum…
Ama ne anladı, emin değilim…
Bir yerde okumuştum…
Der ki…
-
Her kimi NE ile yargılıyorsan, aynı şeyi kendinde ARA… Bunu fark edecek kadar DÜRÜST olabilirsen, yolun hep açık olacaktır…
-
Galiba… Başkalarının hayatları konusunda HAKİM olmayı seviyoruz… Bu da yetmiyor, SAVCI da oluyoruz… Hatta JÜRİ de yerleştiriyoruz o son an için… Ve finalimiz de, ADALET denen kalemin kırılma anının çatırdama sesleri arasında geçiyor…
Acımasızız !
Siyasal Bilgiler mezunu olarak, benden beklenen ya Dışişleri hedefiydi ya da Kaymakamlık, ki Dışişlerini çok istediğim halde olmadı… Çünkü puanı çok yüksekti… Ama beni hep cezbetmiştir; dünyayı dolaşan halleri, dünya ile iş yapan rolleri, herkesin uzaktan baktığı ve imrendiği seyahat trafikleri…
Kaymakamlık mı ?
Açıkçası, istemedim…
O yüzden de denemedim…
Bundan da pişman olmadım…
Süreç içinde, ‘para piyasaları’ olarak bilinen, uluslararası bir market olan FOREX içinde çalıştım… Freelance olarak, firmalara yurt dışı danışmanlık yaptığım zamanlar oldu…
Ardından, ki bu benim en sevdiğim bölümdü…
Türkiye’nin iyi bilinen bir reklam ajansından görüşmeye çağrıldım… Öğrencilik dönemi bitmemiş ve para kazanmak istiyorsunuz doğal olarak… “3 aylık deneme” dendi… 3 ay içinde, çok iyi bir performans için söz verseniz de kendinize, ucu karanlık bir tüneldi ve ben, EVET diyemedim… Sanırım, “EVET demeliydim” diye çok düşündüm… KEŞKE listemde kalakaldı, biraz da bu yüzden…
Haklısınız…
Tercihlerimizi yaşıyoruz…
Okurken, dil eğitimim için İngiltere’de kaldığım süre boyunca da düşünmedim değil…
“Kalsam mı, acaba…” diye !
Yaşadığı ülkeden mutsuz olanların kalabalığı, koro halinde “HATA ETTİN” dese de, bugün için yaptığım işten mutluyum galiba… Peki, gazetecilik denen mesleğin ALAYLISI olmak mı ? Zordu… Oyuna sonradan girmiş biriydiniz ve kabul görmeniz hiç de kolay olmuyor, dürüstçe…
Ama hayatta hep şuna inandım…
İnandığın kadar varsın…
İnandığın kadarını yaşarsın…
O yüzden, inandıklarımı yazdım hep… DOĞRU bildiğimden şaşmadım… Başkalarının bana verdiği replikleri elimin tersiyle ittim… Kendi kelimelerimde durdum… Kalemimi benimle beraber tutma isteğinde olanlara ise sırtımı döndüm… Ne kiralandım, ne satıldım, ne de “güçlüye uşaklık denen” YANDAŞLIK hastalığı içinde oldum…
Kudüs’te tanıştığım bir hacı şöyle demişti…
-
Bir duruşun olsun… Nefesin bile, o duruşun asaletinde alıp verilsin… Eğilmesin, bükülmesin, diz çökmesin…
-
Evet…
Haftanın 5 günü sizlerle buradayım…
Beraberce okuyoruz kelimeleri…
Tartışıp, sorguluyoruz hayatı…
Eğilmeden, diz çökmeden…
Ve asla bükülmeden…
Bu yüzden buradayım…
Yarın da buradayım…
Beklerim :)