Bana bir eleştiri
-
Kentin tarihi ve kültürel emanetleri ile ilgili SÜREKLİ kötü şeyler yazıyor, YARATTIĞINIZ kent görseli ile de, gelme ihtimali olan misafirlerimizin aklına ŞÜPHE ekiyorsunuz…
-
Bu bir eleştiri…
Geçen gün bana gelen…
Yazdıklarımı, tespitlerimi sorgulayan…
Kurumsal bir kimlik olsa ya da ad-soyad açık açık yazılmış olsa, paylaşırdım, bu gayet ADİL (!) eleştiri sahibini ama… Gayet SAHTE bir hesap üzerinden gelmiş, ki yine de bu sayfaya eklemek istedim söyleneni ve neyi NEDEN yaptığımızın altını da bir kez daha çizelim istedim…
Bir konuda haklı…
Hani şu kent görseli noktasında…
Misafirlerin aklına ŞÜPHE ekeni kastediyorum…
Aslında sorun da burada…
O kent görseli, sahip olduklarımıza dair… Elde avuçta kalanlarımıza dair… Ayakta durmakta zorlananlarımıza dair… Yanı başından geçip gittiklerimize dair… Hep orada olan, ama görmezden geldiklerimize dair… Kapalı gişe oynayan YİTİP GİDENLERİMİZ adlı kent belgeselinin, hiç değişmeyen hallerine dair…
Galiba hikâyemiz de bu…
Okumaktan imtina ettiğimiz...
Varlığı ile yokluğunu bir ettiğimiz…
Şimdi gelelim eleştirildiğim noktalara, ki ilk sırada Hatay Arkeoloji Müzesi var…
Eldeki MÜZE için, genel anlamda nasıl başlıyoruz söze ?
‘Dünya’nın…’ diyoruz !
‘İlk üç sırasındaki…’ diye de ekliyoruz !
Doğru mu ?
Doğru…
Peki, 28 Aralık 2014’te açılan bir müzenin, yönetiliş bağlamında artık iyice oturmuş bir düzeni, sergileme konusunda da mükemmel bir işleyişi olmasını beklemez misiniz ?
Beklersiniz !
O zaman şunu soralım, yönetilenleri YÖNETENLERE ! Var olanları SORUN olarak görmeyenlere… Hatta MEMLEKETİ SEN Mİ KURTARACAKSIN diyenlere…
Son dönem ziyaretçilere açılan ve içinde çok sayıda mozaik ve heykel olan 2. Etap salonları içindeki çok sayıda eserin hala kimlik kartı yok ! NİYE ? Gelenlerin yanı başından geçip gittiklerine tek bir DÜN hikâyesi eklememişiz ! NİYE ?
Bir ziyaretçinin paylaşımı gelsin şimdi de…
-
Belki çok bir sorun değil ama… Bence müzenin camlarını silsinler… Cidden çok kirliler ! Hatta baya baya lekeli haliyle dikkat çekiyorlar… Bir diğer şey de şu… Duvarlarında çatlamalar var… Bir eseri izlerken, o çatlak hallere takılmadan edemiyorsunuz… Buna neden ne, biliyor musunuz ? En fazla merak ettiğim mi ? Bir salonda kocaman bir heykel var… Ama heykeli izlerken ne olduğunu okumak istersiniz ya… Bunu yapamıyorsunuz ! Çünkü heykeli anlatan kısmı, heykelin arkasına monte etmişler… Yani önce heykele bakıyorsunuz, ardından yürüyüp heykelin arka kısmına geçip, NE olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz… Okuduklarınızın ardından tekrar diğer kısma yürüyüp, heykeli biraz daha izliyorsunuz… Demem o ki… Niye böyle bir sergileme tercihinde bulunmuşlar, anlamadım ! Zaten böylesi bir sergileme tekniği de o eseri tamamen öldürmüş, ki bunu nasıl göremiyorlar, asıl bunu anlamadım…
-
Yok…
Sadece Müze değil, eleştirildiğimiz konu…
Samandağ Dor Mabedi’nin kaderine terk halini ya da Defne ilçesi sınırlarındaki Saint Simon Manastırı’nın hiç değişmeyen bakımsızlığını yazıp çizdiğimiz için de SUÇLUYUZ ! Hatta en yakınımızdakiler de buna dahil… Hani Antakya’nın trafiğe kapalı Hürriyet Caddesi’nin orta yerindeki Roma mimarisinden kalma bir keşfin etrafını balkon demirleri ile çevirip, ardından unuttuğumuz… Peki, DOĞAKA binasından biraz ötede, Asi Nehri kıyısında duran, bir diğer kaderine terk hikayesini, SU KEMERLERİ için de konuşalım mı ?
Anlayacağınız…
Tüm bunları hatırlattığımız için çoooook suçluyuz !
Ama o suçu işlemeye, bugün de yarın da devam edeceğiz !