Bakın Ama görün de
Herkesin, anlatılmamış, anlatılmaya fırsat bulamamış hikâyeleri olduğuna inanırım !
Derin Yoksulluk Ağı, o anlatılmamış, anlatılamamış hikayeleri bir araya getiren bir platform, ki bizler sık sık o ağa takılan kelimelerin hayat hikayelerinde durup, konuşuyoruz…
Bugün, o hikayeleri bir araya getirenlerden biri paylaşsın istiyorum ! Düşünelim istiyorum ! Anlatılamamışlarda duralım istiyorum ! Uzun yıllar, kent yoksulluğu ve insan hakları alanında saha araştırmalarıyla gazetecilik faaliyeti yürüten, Derin Yoksulluk Ağı kurucusu Hacer Foggo anlatsın istiyorum… Yoksulluğun kader olmaktan çıkabilmesi için ısrarlı bir mücadele yürütenlere katılalım istiyorum…
O zaman, Hacer Foggo devam etsin bundan sonrası için, noktayı biz koyalım…
-
Hikâye anlatmaktan vazgeçmiştim... Hikâyelerimin kahramanları, çaresizlik girdabı içindeler. Karamsarlar. Sorunları hiç bitmiyor. Çözüldüğünü düşündüğünüz her sorun, yeni bir sorunu doğuruyor. Umutsuzlar, insanın kibrine, kompleksine güvensizler.
Anlattığım hikâyeler, sıkıcı geliyor!
Bunu, dinleyenlerin yüz ifadelerinden anlıyordum.
Tanımadıkları bir sürü insanın, hele de böyle sorun yumağı içinde olanların hikâyesini dinlemek, o hikâyenin bir parçası haline gelmektir çünkü! Bir ucundan tutmak gerekir, ki o da kolay değil.
İyilikle başlayıp, kolayca kötülüğe de dönüşebilir bu hikâyeler, size zarar verebilir, konforunuz bozulabilir. Bu satırları yazdığımda, henüz “pandemi” hayatımıza girmemişti. Derin yoksulluk hikâyelerini anlatmaktan artık vazgeçtiğim bir dönemde, salgın başladı. Zor sokaklardaki yokluk, açlığa evrildi. Böylece, fikrimi değiştirdim, bu hikâyeleri duymayan kalmasın istedim.
Zaman zaman yazıyorum, yazmaya vakit buldukça tabii… Bazen evini ziyaret ettiğim bir kişinin, bazen de okuduğum bir haberin günlerce, hatta yıllarca etkisinde kalıyorum.
Örneğin, 2014 yılında bir gazetede haberini okuduğum garson Alihan…
İzmir’de, demiryoluna yatarak intihar etmeden önce, Facebook hesabına yazdığı şu sözler, 18 yıllık hikâyesini anlatıyordu:
-Garson bey, menüde ne var?
-Hayat var efendim! Al senin olsun bu hayat, ben yokum...
Ne Alihan’ın ışıl ışıl gözleri çıktı aklımdan, ne de bu sözleri, yıllarca… Alihan’ın, ömür boyu boynunda taşıdığı “derin yoksulluk” halkasını taşımaktan vazgeçerken geride bıraktığı bu sözler, yedi yıl sonra pandemide intihar eden yüzü aşkın müzisyenin de hikâyesiydi...
-
Yok, bu hikâyelerin çok uzağında değiliz…
Etrafınıza bir bakın !
Uzaklaşmadan, çok uzağa gitmeden !
Günlük koşuşturmacalarınız arasına sıkışmadan !
Bakın…
Kucağına aldığı birkaç paket baharatı satmak için uğraşan yaşlı bir adamın LÜTFEN diyen gözlerine bakın…
Pamuk şekerlerini taktığı tahtayı dimdik havada tutmak için uğraş veren bir başka yaşlı adamın titrek kollarına bakın…
Rengârenk balonlarını satmak için etrafa dikkatlice bakıp, BALONLARIM VAR diyen kadının, eve kaç ekmekle dönebileceğinin hesabına, o hesabın yorgun düşen, üşüyen haline bakın…
Yanındaki iki küçük kız çocuğu ile çöp çöp dolaşan ve her konteynerde ACABA NE PARA EDER diye durup hayat muhasebesi yapan yaşlı bir kadının fısıldayan hikâyesine bakın…
Tüm bu dediklerim, Antakya’dan…
Bakın, ama görün de !