Alıştık Seviyoruz, bu kelimeyi
“Zamanla anlıyorsunuz… İnsanların kavgaları sizinle değil ! Gerçekleşmemiş kişilikleri, sevilmemiş çocuklukları, başarılarla gizlemeye çalıştıkları özdeğersizlikleri ile… Kötü tavrı kişisel almayın o yüzden ! Siz, bu savaşın sadece nesnesisiniz. Bazen gerçekten tek sorun, öznenin kendisinde…”
Yine de kaçıyoruz her kavgadan !
Haklı olduğumuz davalardan !
Onaylanmış bireyler olduk !
Sustuk !
“Alıştı-rıldı-klarımıza olan tutsaklığımız, yaşam denenin modern köleleri haline getiriyor bizleri” demiş bir tanesi !
Haklı…
“Bir öğreti, ne kadar mantıksız olursa olsun, toplum tarafından kabul edilerek güç kazandığı zaman, milyonlarca insan, kendilerini dışlanmış ve izole edilmiş hissetmektense ona inanmayı tercih edecektir…”
…diyen Erich Fromm’dayım o yüzden !
Alıştıklarımızda !
Alıştırıldıklarımızda !
Göz yumduklarımızda !
Niye, diye sorsam !
Niye göz yumuyoruz ?
Cesaretimiz mi yok ?
Sanırım,
Doğru olana cesaretimiz yok !
Hayat ve ölüm arasındaki sıkışıklığımız da bundan…
Hayat denenin gözlerinin içine bakamayışımız en çok da…
Oysa ki KRAL denen hep ÇIPLAK ve biz, susarak, kendi çıplaklığımızı da ilan ediyoruz !
“SİZDENİM” demenin en acınası halindeyiz !
Randy Pausch ne güzel demiş…
-
Sadece iki kelimelik öğüt verecek olsam…
“Doğruları söyleyin” derdim !
İki kelime daha hakkım olsa…
“Her zaman” diye eklerdim !
-
Zor mu ?
Biliyorum, zor…
Doğruları taşımak zor…
Gerçek denen bu kadar ağırken, çok zor…
Bir yerde okumuştum…
Şöyle diyor bir tanesi,
“…Doğrularla karın doysaydı eğer, girdiği her sınavdan hep en yüksek alan kızım atanır, en iyi okullardan mezun olan oğlum iş bulur, bu memlekete 50 küsur sene hizmet vermiş ben gibi bir emekli ise doymak için yeniden çalışmak zorunda kalmazdı… Doğrularla karın doysaydı eğer, çocuklarıma iş için torpil kapıları aşındırmaz, bu yaşta ceketimi hak etmeyenler önünde iliklemek zorunda kalmazdım… Doğrularla karın doysaydı eğer, hak edilenler hak edenlere verilir, onurları ile bu kadar oynanmazdı…
Hayatım, şu anlatılan gibi…
‘İnsanları anlayacağım’ derken; anlaşılmadığımı, 'aman kimse kırılmasın’ derken; tuzla buz olduğumu, 'inceliklere yer açalım’ derken; umursamazlık şehrine giden otobüste ayakta kaldığımı gördüm…
O yüzden, ben de eleştirdiğim insanlara dönüştüm !
Kaçıyorum her kavgadan !
Haklı olduğum davalardan !…”
Ben mi ?
Değişmedim…
Şairin dediği gibiyim…
…insan, yola çıkmalı !
Bir yola çıkmalı !
Belki bir vapurla, belki bir trenle !
Ama düşmeli, iki ağaç arasındaki göğün altına…