Gün geçmiyor ki; Cumhuriyeti bize armağan eden, ulusumuzu muasır medeniyet seviyesine çıkaran Yüce Önder Atatürk’ün aziz hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimseler ile Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimselerle ilgili haberler basın, yayın organlarınca tarafımıza ulaşmasın.
Peki, bu kimselerin yaptıkları yanlarına kâr mı kalmaktadır ki bu tarz söylemler ve hareketler toplumda yaygınlaşmıştır?
31.07.1951 tarihli 7872 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5816 sayılı kanun, Atatürk aleyhine işlenen suçlar karşılığında verilen cezaları düzenlemektedir.
Kanunun birinci maddesinde “Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.” denilmekte olup birinci maddede yazılı suçların; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumi veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasıyla işlenmesi halinde hükmolunacak cezanın yarı nispetinde artırılacağı, birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçların zor kullanılarak işlenmesi veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek cezanın bir misli artırılacağı da aynı kanunun ikinci maddesinde hüküm altına alınmıştır. Hemen belirtelim ki; bu kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re’sen takibat yapılır.
Bilindiği üzere, Türk Ceza Kanunu’nda suçların bir kısmının takibi şikayete bağlanmışken bir kısmı da Cumhuriyet savcılıklarınca re’sen yani kendiliğinden kovuşturulur. Bu ayrıma bağlı olarak şikayete bağlı suçlarda savcı, suçtan zarar gören kişi o fiili şikayet etmedikçe o suçun işlendiğini bilse dahi herhangi bir soruşturma işlemi yapamaz. Bir başka deyişle, şikayete bağlı suçlar söz konusu olduğunda, savcının harekete geçmesi için savcılık makamına hitaben yazılan bir dilekçe ile suçtan zarar gören kişinin suç duyurusunda bulunması ve şikayetçi olması gerekmektedir. Ancak kendiliğinden kovuşturulan suçlarda hiç kimse fiilden şikayetçi olmasa dahi savcı, o suçun işlendiğini herhangi bir şekilde haber aldığı anda soruşturmaya kendiliğinden başlayabilir.
Hal böyle olunca, Ulu Önder Atatürk’ün aziz hatırasına hakaret etme, sövme, Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri tahrip etme, kırma, bozma veya kirletme eylemlerini işleyen kimselerin bu eylemlerinden savcılık makamının haberdar olmasıyla birlikte kendiliklerinden soruşturmaya başlamaları gerekmektedir. 5816 sayılı yasa kapsamındaki bu suçlar, şikayete bağlı olmadıkları için şikayete bağlı suçlar için kanunda öngörülen 6 aylık şikayet süresinden etkilenmeyeceklerdir. Bir başka deyişle, Atatürk’ün hatırasına hakaret suçları, hak düşürücü süreye tabi olmaksızın her zaman takip edilebilirler.
Cumhuriyet savcılarının anılan suçtan haberdar olmaları ya basın yayın organlarını bizzat takip ettikleri esnada ya da suçun işlenmesine şahit olan bir vatandaşın suç duyurusunda bulunmasıyla mümkün olmaktadır. Zira, suçların büyük çoğunluğunun, ceza soruşturma ve kovuşturma organlarının bilgi alanına ihbar yoluyla ulaştıkları istatistiksel bir gerçektir. Türk Ceza Kanunumuzun 278. maddesi gereğince, işlenmekte olan bir suçu yetkili makamlara bildirmeyen kişi, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Yani, suçu bildirmemek de başlı başına bir suç teşkil etmektedir. Şu halde, Atatürk’ün hatırasına hakaret edildiğini gören, duyan, bilen vatandaşların fiilin işlenmesinin ya da neticenin önlenmesi amacıyla Cumhuriyet Savcılıklarına bildirimde bulunması bir vatandaşlık ödevi olduğu kadar kanunun kişilere karşı yüklediği bir yasal zorunluluktur; bir emirdir.
Bilindiği üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde ifade özgürlüğü yer almaktadır. Anayasamızın 90. maddesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) iç hukukumuzun bir parçası haline getirilmiş olduğundan 1982 Anayasasında ifade özgürlüğü, temel hak ve hürriyetlere yer verilen ikinci kısımda 25. ve 26. maddeleri kapsamında düzenlenmiştir.
Anayasanın, öncelikle, ifade özgürlüğünü düzenleyen “Düşünce ve Kanaat” hürriyeti başlıklı 25. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.” hükmü yer almakta ve ikinci fıkrasındaki “Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” hükmü ile devam etmektedir. “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlıklı 26.maddede ise “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.
Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.” denilmektedir. Her hak gibi bu hakkın da dürüstlük kurallarına uygun kullanılması gerekmektedir.
Hal böyle olunca, kişilerin, Atatürk ile ilgili düşüncelerini ister sosyal paylaşım platformlarında, ister kaleme aldıkları yazılarını yayınladıkları bloglarında, ister basın yayın organlarında kantarın topuzunu kaçırmadan ve hakaret ve küçük düşürme genel kastı taşımadan ifade etmeleri gerekmektedir. Balıkesir’de 8. Sınıfta okuyan 14 yaşındaki bir öğrencinin, derste öğretmeninin “Kitapları çıkarın” sözü üzerine Atatürk’ü göstererek “Bu kitap, bu inek tarafından getirildi. Bu inek olmasaydı kitap olmazdı” demesini, Yargıtay 11. Ceza Dairesi ‘hakaret için genel kast yeter’ diyerek Atatürk’e hakaret suçu olarak nitelendirmiştir.
Demek ki; genel kast ile Atatürk’ü aşağılama, küçük düşürme ve hakaret içeren ifadelerle anma eylemleri, artık ifade özgürlüğü kapsamında ele alınamayıp 5816 sayılı yasa gereğince hapis cezasına çarptırılma yaptırımına tabi suç niteliği taşıyacaktır.
Son günlerde sıkça şahit olduğumuz Atatürk'ün kendisine, ailesine, düşüncelerine, heykellerine, büstlerine saldıranların Türk Ceza Kanunu'nun en büyük cezalara çarptırılmadıkları ve hatta "İnsanlık Suçu" ile yargılanmadıkları sürece bu hakaret içeren olaylar daha da şiddetini arttıracaktır.
Bu yaptırımların düzenlenmesi olayı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir an önce görüşülmeli, tartışılmalı ve yasallaştırılmalıdır.