CHP Hatay Milletvekili Hilmi Yarayıcı, operasyonun bir boks maçı olmadığını, İdlib’de yenen yumrukları değil, ölebilecek askerlerimizi sayacağımızı ileri sürdü.
Milletvekili Yarayıcı, açıklamasında, şu sözlere yer verdi:
“24 Ocak’ta Astana’da yapılan görüşmelerde Rusya İran ve Türkiye arasında imzalanan ortak mutabakatta “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı”ya yapılan özel vurgu Türkiye’nin Suriye politikasında keskin dönüşün dünyaya ilanıydı. Dün İdlib’e harekat açıklaması ise Suriye’de yürütülen kirli savaşta Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar tarafından beslenip büyütülen cihatçı katillerin Türkiye’ye temizletme ilanıdır.
Çok değil daha 2015 yılında Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin koordinasyonu sonucu, özellikle Suriye yönetimine karşı sahada başarı kazanmak amacıyla Fetih Ordusu kurdurulmuştu. Kimler yoktu ki bu kirli cephede; bugün İdlib’in kontrolünü elinde bulunduran Nusra Cephesi’nden, Ahrar’uş Şam’a, Feylak eş Şam’dan Cund el Aksa’ya birçok cihatçı yapı yer alıyordu. Tümünün ortak özelliği sivil katliamlara imza atan, Şeriat talepli katil sürülerinden oluşmalarıydı. Ne yazık ki bizim vergilerimizden toplanan paralar silah ve lojistik olarak iktidar tarafından bu katillere aktarılmaktaydı. Nitekim Fetih Ordusu kurulduktan kısa bir süre sonra İdlib’in tamamını ele geçirdiler.
Ancak Suriye’yi bölmek için çıkarılan kirli savaş, kışkırtıcıların istediği doğrultuda gelişmedi. Dünyanın dört bir yanından topladıkları cihatçılar Rusya ve İran’ın da desteğiyle direnen Suriye halkları karşısında başarı elde edemediler. Önce Amerika sonra Suudi Arabistan ve Katar cihatçı çetelere desteklerini adım adım kestiler. AKP iktidarı uzun bir süre desteğe devam etti, ancak onlar da daha fazla direnemedi ve Osmanlıcılık hülyalarına sessizce elveda dediler.
Son bir yıldır başta Halep olmak üzere ülkenin dört bir yanında yenilen cihatçıların Suriye devletinin bilinçli politikalarıyla İdlib’de toplanmalarına izin verildi. Astana görüşmelerinde çatışmasızlık alanı olarak belirlenen İdlib’de ki örgütlerin temizleme işi de Türkiye’ye havale edildi. Cumhurbaşkanı yaptığı açıklamada “Biz içeriyi, Rusya dışarıyı koruyacak” diyor. İran yok, Rusya dış sınırları koruyacak. Türkiye ise sözde muhalifler ve Suriye yönetimi arasında konumlanacak. Bu basit bir ateşkes sağlama görevi değildir. Herkesin de bildiği gibi İdlib’in en büyük askeri gücü Heyet Tahrir’uş Şam (eski adıyla Nusra Cephesi)’dır ve bu örgüt Astana sürecinin dışında kalarak bu görüşmeleri tanımadığını daha önce deklere etmişti. Dolayısıyla yürüttüğü savaşın önünde kim durursa onunla savaşacaktır. Bu örgütün önünde durma görevi de ne yazık ki bizim askerimize kalmıştır. El Bab operasyonundan çok daha fazla askerimizin hayatını kaybedebileceği gün gibi ortadadır. Askerimizin henüz girmediği sözde Özgür Suriye Ordusu’nun oraya girdiği söylemi de durumu değiştirmiyor. Öncelikle bu yapının yine vergilerimizle beslenen bir çapulcu sürüsü olduğunu tüm dünya biliyor. Suriye’de tek bir meşru ordu vardır ve o da Suriye ordusudur.
Bu operasyon iktidar tarafından yine milliyetçi cepheyi genişletmek amacıyla iç siyaset malzemesi olarak kullanılacaktır. Ulusal bir kurtuluş savaşına hazırlanır gibi sınırda gün boyu askeri araçlardan İstiklal Marşı ve kahramanlık türküleri çalınmaktadır. Oysa ortada bir kahramanlık yoktur. Olan Osmanlıcılık hülyalarıyla, daha başında taraf olmamamız gereken kirli bir savaşı körüklemenin faturasının, Türkiye’ye ödettirilmesidir.
Türk ordusu Ne El Bab’ta, ne Cerablus’ta ne de İdlib’de kalıcı değildir. Nasıl ki Fırat Kalkanı harekatı Rusya’nın izni İran ve Suriye Hükümetinin göz yummasıyla gerçekleştirilmişse, İdlib operasyonu da aynı devletlerin gözetimi altında yapılacak ve operasyonlar tamamlandığında ordu buraları terk etmek zorundadır.
Operasyon bir boks maçı değil ve İdlib’de yenen yumrukları değil ölebilecek askerimizi sayacağız. Suriye savaşının ilk gününden bu yana komşuluk ilkelerine saygı gereği kirli savaşın tarafı olmamamız ve taşeronluğa soyunmamamız gerektiğini defalarca dile getirdik. Ama iktidar her seferinde bildiğini okudu. Şimdi her seferinde duvara toslayan ve şimdi tel tel dökülen dış politikanın faturası halkımıza ödettirilmektedir.”